13. Heybeli Ada Sanatoryumu


O zamanın amansız ve ölümcül  hastalığına  verem  deniyordu. Diğer adlarından  biri  tüberküloz, bu  Avrupa  daki  adı herhalde. 1900 lerden  itibaren, Avrupada da  çok  görülen  hasalığın  tedavisi  için, en  uygun  yer İsviçre  idi. Bir çok tanıdık ismi, Viyanaya , İsviçreye  gitmiş  diye  duyardık. Bu tanıdık  isimlerden romanlarını severek okudugumuz yazarlar, Atatürkü seven Fikriye  hanım, Abdülhak Hamit in  sevgili   genç  eşi  Lüsyen. Bunlar duyduklarımız  daha duymadıgımız  pek  çok verem  hastası  vardı. O seneler de yazılmış  bütün  romanlarda da  hep evin  genci  verem  olurdu.
Diğer adı da ince  hastalık tı. Bu  isimde  şu sebeple  verilmiş. Eskiden  insanlar   romantik, aşklarda  platonikti. Seven  bir  genç  sevğisini  söyleyemez,   söyleyebilmek  için  senelerce  beklerdi. Bu duruma  üzüle üzüle de hastalanır dı. O zamanda  ince  hastalığa yakalandı  denirdi.  Sevgili  komşum la  ikimizde hastaydık, biz  hasta olduktan sonra  sevdik. Sevdik ama  bir türlü açılamadık, çekindik. Ailelerimiz  bizden  evvel  durumu    anlayıp, ne  yapacaklarını  şaşırmışlar, üzülüp  daha  da fazla hasta  olmamızdan  korkmuşlar.

Komşularımız  taşınmışlardı. Bir gün  bahçede  oturuyorduk, annesi  ile  beraber  geldiler. Sevindik, biz  bir  tarafta yine  daldık  sohbete.  Annelerimizde  konuşmaya  daldılar. Arası  epiği  geçmişti, bir ara  baktığımda,  ikisininde  gözleri  yaşlı, bizden  saklamaya çalışıyorlardı. Anlaşıldı ki   hastalığımızı, bizi  nasıl  bir  sonun  beklediğini  konuşuyorlardı. Sonunda  annesinden  bir  teklif  gelmiş. Ne  olacağımız  madem  belli  değil, hiç olmasa  çocukları  nişanlasak, belki  daha  mutlu  olur, daha umutla  sarılırlar  yaşamaya.  Anneler babalar  epiği  konuşup  tartışıp, kara ra  varıyor  ve bizi  nişanlıyorlar.  Ama  ne  tuhaf  bir his, nedense  sevinemiyoruz. Bizde  hep sonumuz  ne  olacak  kaygısı  var. Sonu  olmayacak  bir  yaşam  düşündürüyordu  bizi. Mutlulukmu yoksa  ölümmü vardı  sonunda.

Heybeli ada da Havain gitar çalıyorum.
Nişanlandık ama  değişen  bir şey yok, yine  aynı  durum, ne bir  gezme,  ne  bir  sinema, tiyatro,   bir  yere  gitme  yok. Aynı  şekilde  geçiyor  günler. Yatıyor, dinleniyor,  okuyoruz. Kış  gelince,  bana  yine  sanatoryuma  yatmam tavsiye  edildi.  Bu sefer Heybeliada   Sanatoryumuna yattım. Burada  2  eski arkadaşa  rastladım  biri şarkı  söyleyendi. Birbirimizi görünce ne kadar sevinmiştik. Birde mandolin çalan vardı, benimde  gitarımı  getirmemi  istediler. Çalıyor  söyleyorduk,  güzel   geçiyordu  vakit.
Buradaki   kür  yataklarında  yatarken ki  manzaramız  daha  güzeldi çamlar   arasından  denizi  seyrediyoruz. Kış  ama, güzel  açık  havalarda, mehtaplı  gecelerin  güzelliğine  diyecek  yok. Yıldızlar bile   sanki  daha  güzeldi. Yine Çalmaya, kitap  okumaya  devam.

Ama  burada  birde  mektuplar  var. Benim  mektupları  sade  ben  değil, her kes de  ne türlü  merakla  bekliyor. Geldiği  anda  ne  türlü sevinç  kaynağı oluyor. Aynı  Validebağın  da   olduğu  gibi  burada  da  okuyan  aşık  oluyor  benim  nişanlıma. O zamanlar  telefon  yok. Sade haberleşmeler  mektupla  olurdu. Mektupları  kürde  iken  getirirler  her kes ismi  söylenince  koşup  almak  için  hazır  bekler. O anın   helecanı  bambaşka  idi. Askerde  de  duyardık  mektupların  ne  türlü  kıymetli   olduğunu. Biz de aynı durumda idik. Sade sevgiliden gelen değil ailelerden gelen de aynı şekilde  kıymetli  idi. Mektuplar  böyle  güzel güzel  gelip  giderken  bir gün gelen mektupta, Maltepeye  taşınacaklarını  yazıyordu, görüşmemiz  daha zorlaşacak  diyordu.

Ben Gitar arkadaşımda Mandolin çalıyordu.
Sonra gelen bir mektupda  beni bayağı  üzdü. Bir  ameliyat  olması  lazımmış.   Degişik  bir  şekil, hiçbir  tedavisi  olmadığından,  böyle bir  ameliyat   düşünülmüş, arkadan  üç  kaburga  kemiği  alınacakmış. Bayağı  üzücü  bir   durum, inşallah  faydalı  olur, temennisi  ile yazılan  bir  mektup  oldu bu  sefer.  Ameliyat  olduğunu  iyi  geçtiğini  öğrendigimde  sevindim. Geçmiş  olsun   mektubu  yazıldı  tabii.

Altı  ay  oldu sanatoryumdan  döndüm. Bayağı  iyi  his  ediyordum  kendimi. Annemle  birlikte  Kadıköyüne  teyzeme  gidiyorduk. En  büyük  zevkim  kitap  almakdı. Küçücük  müzik  aleti  satılan  dükkandan  notalar  bakıyordum. Bahçede  ki  arkadaşlarla  güzel  geçiyordu  yaz. Arada  Maltepeye  gidiyorduk. Fakat  pek   iyiye  gitmiyordu  onun  durumu. Üzülüyordum  ona.
 Kış  geldi  doktorlarımdan  yine  sanatoryuma yatmam tavsiye  ediliyordu.  Şimdi  üç  doktorum  vardı. Erenköydeki  esas  doktorum, Validebagı  ve  Heybeli adadaki   doktorlarım. Hepsi  aynı  fikirdeler  ve  ben yine Validebağındayım. Daha  kaç  sene  böyle  geçecek  kış  ayları. Burada  kötü  geçmiyor  günler  ama, iyileşsem de fena  olmaz  artık. Validebagında  4  ay  kalmıştım  ki  bir  gün, kür  saatinde  doktorlar  bana    kürden  sonra  bize gel  dediler. Tedavi  günüm  değildi, ne  diyecekler  acaba, nasıl  merak tayım. Bir hatammı  oldu. Saatler  geçmiyor. Kür saati bitmiyor, ne  olabilir, ölecem  meraktan. Acaba bir  habermi  geldi. Neler  geliyor  aklıma. Nihayet  saat  geldi  koştum. Beni  eve yollayacaklarmış. Şaşırdım,  neden, ben çok seviyorum  burayı,  gitmem  dedim. Sen iyileştin  artık, burada  kalamazsın. Buradan tekrar  mikrop  alırsın.

Bu  haber  güzeldi. Hep  beklenen  bir  haberdi. İyileşmişim. Acele  anneme babama  ulaştırdım  haberi. Tabii  onlarda çok  sevindiler, hemen  gelip  aldılar  beni. Evimize  döndüm. İyileşmişim, ama  tedavin  bitti  diyen  yok. Haklılar  esas  doktorum  Erenköydeki  doktorum. Tedavi  günüm  gelince, Erenköy  sanatoryumuna  gittim. Ondanda  böyle   cevap  bekliyordum. Ama  yok  bir şey söylemiyor.

Bu tedaviden  birkaç  gün sonra, bir gün  doktorum  eve  geldi. Niye  acaba,  şimdiye  kadar  hiç  gelmemişti. Gelmesinin sebebi ne? Haberi  çok  güzeldi. Doktorumda  iyi olduğumu  müjdeledi. Tedavimi bitirecekmiş  artık. İyide bunu  geçen gün  gittiğimde bana  söylese idi, niye  söylemedi, eve  kadar  geldi  söylemek  için. Herhalde hepimizin  sevincini  görmek  içindi.  Yanılmışım. Eve  kadar  gelmesinin  sebebi  varmış. Tedavimi  bitirecekmiş,  ama  bunun  yanında, birde  şartı  varmış. Oda  çok  zor  bir  teklifti, nişanlımdan  tekrar mikrop  alırmışım, onun  için  nişanlıdan  ayrılmalı imişim. Hem  sevindirici  haber, hem de  üzücü  bir  teklif. Gelin çıkın  bu  işin  içinden. Bundan  sonraki  günlerimi  artık, ne siz  sorun  ne  ben  anlatayım.