66. Niagara’yı Geziyoruz

Bir haftadır yoldayız. Amerika’nın dağlarından geçtik, Atlantik Okyanusunun sahillerinde dolaştık, nihayet Niagara Şelalelerine vardık. Akan suların gümbürtülü sesleri bütün şehirden duyuluyor. Kanada sınırındayız. Nehrin hemen öteki tarafı Kanada ama vizemiz olmadığı için o tarafa geçmeyeceğiz.

Niagara, 10.000 yıl önce son buzul çağında, Wisconsin buzulunun altında kazdığı Amerika’nın Büyük Göller bölgesinin içinde. Şelaleler iki gölü birbirine bağlayan Niagara Nehrinin üstünde. 3 şelale var, en büyük ve en güzeli Kanada tarafındaki At Nalı şelalesi. Amerika tarafındakilere Amerikan ve Gelin Duvağı şelalesi deniyor. Bu üçlü sistemin yüksekliği 50m, fakat çok geniş bir alanı kapladıkları için dünyada su hacminin en fazla olduğu şelale sistemiymiş.

Yaz aylarında balayı için en çok gelinen yermiş. Bana sorarsanız, kızaran ağaçların buraya bir kat daha güzellik kattığı için Eylül ayı derim. Ama bu biraz bizim şansımıza oldu, yoksa bu aylarda artık burası bayağı soğuk ve yağışlı olurmuş.

Buradaki eğlencelere gelince. En sevileni bot gezisi. Asansörle nehrin üstündeki iskeleye iniliyor, iskelede kalın mavi kapüşonlu muşambalar giydiriyorlar, sonra botla şelalelerin tam yanına kadar gidiyor, altından geçiyorsunuz. Çok eğlenceli oluyor. Gezi ve seyir parkından gece ışık şovu, havai fişek gösterileri seyrediyorsunuz. Gündüz ise, şelalelerden havaya saçılan su tanelerinin oluşturduğu gökkuşağını izlemek de zevkli oluyor. Bizim çocukluğumuz da yağmurdan sonra hava açınca hep görürdük, ama son senelerde hava kirliliği yüzünden göremez olmuştuk, burada ise her yerde, her an gökkuşağı da beraberimizde idi. Eskiden biz gökte görürdük burada ise hep yanımız da sağımız da solumuzda başımızın yanın da. Uzansak tutacağız sanki. Bu manzaraya bayıldım. Buda başka yerde göremeyeceğimiz doğal bir gökkuşağı şovu.

Kanada ile Amerika’yı birleştiren köprüye de Rainbow adı verilmiş. Onun üstünden manzara seyredin, isterseniz asansörle daha tepelere çıkın. İsterseniz de aşağıya inip, nehrin altında akvaryum gibi binbir çeşit balıkları seyredin.

Biz daha geleceğimiz zaman hafta sonu yağmur, arkadan kar lafını duyunca, New York`u atlayıp buraya çabuk gelelim demiştik. Yarın yağmur geliyormuş. Buraya 2 gece az ama hava bozmadan kara kışa kalmadan kaçalım. Sabah 10 da yola çıktık, yarı yoldayken yağmur başladı. O güzel kırmızı ağaçlar yağmur altında da güzeldi. Hemen büyük yollara atlamayıp göl kıyısı boyunca ara yollardan geçip birde Erie gölünü görelim dedik.

Dönüş yolunda, New York`un kuzeyinden sonra Pennsylvania, Ohio, Indiana, Illinois eyaletlerini geçtik. Chicago`dan geçerken aksam olmuştu, oranında ışıklı halini gördük. Yolda sadece bir sigara birde yemek molası verdik. Sabah 10 da yola çıkmıştık, gece yarısı 12 de eve geldik.

Ertesi sabah Serap çok yorgun diye onu uyandırmaya korktuk. Ama ne görelim o kalkmış, bize sandviçler hazırlamış. Biz dönmeden göstermek istediği bir yer daha varmış. Bu seferde Wisconsin nehri üstünde bir motor gezisi. Wisconsin Dells denen bölge yine Niagara gibi ayni şekilde Wisconsin buzulunun kazdığı coğrafik bir oluşum. Motorun üst açık katında rahat rahat oturup etrafımızı seyrettik. Nehre sarkan kırmızı yapraklı ağaçlar arasında sessiz sakin bir gezi. Bir gece evvelki fırtına yaprakları dökmüştü ama, yine güzeldi. Böylece Serap’ta biraz oturup yorgunluğunu atmış oldu.

65. Niagara Yolunda

Niagara’ya gidiyoruz ama yolumuzu uzata uzata gidiyoruz. Washington’dan sonra Atlantik Okyanusu’na doğru yöneldik. İki gecede Ocean City de kaldıktan sonra, Serap’ın doktora yaptığı Delaware Üniversite’sine doğru yola çıktık.

Sahil yolundan geçerken manzaraları, güzel evleri seyrederek Newark’a geldik. Serap daha arabayı durdururken okuluna öyle bir koşuşu vardı ki, hocası ve arkadaşlarını  pek özlemiş.

Bugün de buraya gelmekle hem okulunu, eski yaşadığı yerleri bize gösterecek, hem de Güney kutbunda ki araştırmaları için hocası ile 2 gün birlikte çalışacaklar. Burası da üniversite şehri ama Madison dan sonra burayı pek sevmedim. Gündüzleri kendimiz geziyorduk, işi bitince de Serap gezdirdi bizi.

İki gece de burada kalıp yine yola çıktık. Philadephia’da yemeğimizi yerken planımızda değişiklik yapmaya karar verdik. Tabiat ve sakin yerleri sevip büyük şehirlerden sıkıldığımızı fark ettik, havalarında soğuyacağını duyunca,
New York un içine girmeden, Pennsylvania’ya dan dümdüz kuzeye çıkalım dedik. Aman ne harika manzaralı yerlerden  geçtik. Ağaçlar Ekim de böyle kızarırmış. Serap’ın Televizyondan duydugu buymuş, haber vermekte haklılarmış. Bir tabiat harikasıymış bu. Bütün yol boyunca iki taraflı kırmızı yapraklı ağaçlar. Gördüğümüz anda çılgına döndük. Olamaz bu kadar güzellik! Serap’ta daha önce bu manzarayı gördüğün de aynı bizim gibi şaşırmış, bayılmış. Bunu mutlaka anneme, babama göstermeliyim demiş. Bu tarihte bizi çağırması bu yolculuğu hazırlaması bundanmış demek.

Kilometrelerce yol böyle, iki taraflı kırmızı yapraklı ağaçların arasından geçtik. Bu yollarda durmak mümkün olmadığı için resim çekemedim. Ama elbet çekecek bir yer bulurum.

Yolumuza devam ediyoruz. Yine dağlardan nehirlerden geçtik, göllere sarkmış ağaçları seyrettik.Yol üstünde güzel manzaralı bir parkda yemek molası verdik. Philadephia’da bir Türk bakkalında, pastırmalı sandviçler yaptırmıştık, onları da pek zevkle yedik. Burası tarihi bir yermiş, 1789 Fransız ihtilalinde kral taraftarları buraya kaçıp, 50 ev kadarlık bir koloni kurmuşlar. Maksatları kraliçe Marie Antoinette'i hapisten kurtarıp buraya kaçırmakmış. Ama muvaffak olamamışlar, 1793 te kraliçe giyotinle idam edilmiş. Onlarda sonra buralardan dağılmışlar.

Yolumuza devam. Akşam oluyor, yine ara yollara saparak otel arayacağız. Karanlıkta bir levha gördük, geyiğe dikkat. Buralarda geyikler hep yollarda. Daha yavaş ve temkinli olarak bir saat daha gittik. Bazı otellere rastladık ama Serap hiç birini beğenmedi. Özelliği olan bir otel arıyor. Nihayet bulduk.

Adnan yatağı görünce tamam, onun başka aradığı yok. Biz de çıktık oteli gezmeye. Bakalım ne özelliği varmış. Her kapalı kapıyı açıp baktıkça bir spor salonu ile karşılaştık. Daha aramaya devam ettik. Derken bir müzik sesi, o yöne gittik kapıyı açtık, çok büyük bir salonda bulduk kendimizi. Kovboy müziği ile dans eden kovboy kıyafetli insanlar. Gözlerime inanamadım, hep sinemalarda gördüğümüz önümde idi, canlı idi. Pek hoşuma gitti. Bunu mutlaka Adnan’da görmeli dedim, uyandırıp getirdim. Oda bayıldı. Seyircilerde bizler gibi otelde kalan müşteriler. Herkes samimi bir hava içinde, bizleri de dansa davet ediyorlardı, ama biz onlara nasıl uyalım. Saatlerce seyrettik. Sinemanın canlısı önümüzde, uykumuz gelse de, yorgun olsak da geç vakitlere kadar yatamadık.

Ertesi günü güneşli bir günde kahvaltımızı edip bahçeye çıktık, bir cennete gelmişiz. Göz alabildiğine yemyeşil çayırlar, kırmızı ağaçlar. Bizim yaşımızdakiler golf oynuyorlar, yürüyüş yapıyorlar. Bizde aralarında, rastladığımıza da  Hi, Good morning diyerek yürüyoruz. Burasıda pek güzelmiş ama yolumuza devam.

Dere tepe aştık, nihayet Niagara’ya ulaştık. Bir dahaki yazımda da Niagara’yı  gezeceğiz..