78. Las Vegas


Mart 1998. 70. yaş günümü LasVegas’da kutlayalım dedik. Serap’ında benimde çok görmek istediğimiz bir yer. Bir sabah çıktık yola. 4 saatlik bir yolculuğumuz var. Dağlardan çöllerden geçeceğiz, bayağı meraklı, maceralı bir yolculuk olacak diye düşünüyordum.

Yemyeşil ağaçlık Los Angeles dağlarını tırmanıp doğu tarafa geçtiğimizde kendimizi aniden çölde bulduk. Çölün içine iyice girmeden hem benzin dolduralım hem de karnımızı doyuralım diye duracak bir yer arıyoruz. Çok büyük bir dinlenme yeri bulduk. Hem dinlenme hem yemek, hem de alışveriş. Marka satan mağazaların indirimli satış yerleri var. Bayağı güzel şeyler vardı, aklımız kaldı ama buralarda fazla oyalanmadan gideceğimiz yere geç kalmamak istiyoruz. Bundan sonra yol göz alabildiğine çöl. Ara ara çöl bitkileri ve seyrek görünen palmiye ağaçları, yerde de enteresan küçük bitkiler var. Tenha bir yol 15, 20 dakikada ancak bir arabaya rastlıyoruz.

Çöl yolculuğu bayağı uzun sürdü. Nihayetinde de, Las Vegas Bulvarı. Çölün ortasında kurulmuş rüya şehir. Devasa otel binaları, her birinin mimarisi değişik, piramit şeklideki Luxor, kaleli orta çağ kasabası gibi Excalibur, New York - New York, Monte Carlo, sıra sıra dizilmişler.

 Otelimizi bulup yerleştik, biraz dinlendikten sonra dışarı çıktığımızda gece olmuştu. Gözlerimize inanamadık. Bu kadar ışık, bu kadar süslü ışık, ışıklandırmadıkları yer kalmamış. Bütün oteller birbirleri ile yarıştalar.

 New York otelinin önündeyiz, hadi buradan başlayalım dedik. Birde içlerine girdik ki olacak şey değil. İnsanı dışı başka içi  başka şaşırtıyor. Bir otele girince ne ile karşılaşılır, bir lobi, resepsiyon. Hayır, burada öyle bir şey yok. Biz resmen New York’un sokaklarında bulduk kendimizi. Bir yanlışlık mı yaptı Serap,  beni Las Vegas diye New York’a mı getirdi.  New York tayız işte. Sokaklarda geziyoruz. İki taraflı küçük karakteristik evler, altları lokanta. Sokağa konmuş masalar, bazılarının önünde havuzları da vardı. Serap, anne bak New York’a gitmedim deme, işte New York’un en sevdiğim sokaklarından birini  geziyoruz dedi. Akşam yemeğini de burada yedik. Sonra yine dışarı çıkıp sokaklarda şaşkın şaşkın yürüdük. Bir yerden geçerken büyük bir fıskiyeli havuz görmüştük, dönüşte ne görelim, o fıskiyeli havuz, ateş ve lav fışkıran bir yanar dağ olmuş. Her köşede bir sürpriz bekliyor.  Envai çeşit süslü gece ışıkları altında sokaklarda dolaşmak çok eğlenceliydi.


Ertesi gün Tropicana’dan başladık gezmeye. Burası yağmur ormanları, şakır şakır yağmur yağıyor. Altında dolaşmak istemiyorsan bir yerde otur yağmurun sesini gök gürültüsünü dinle. İstersen yaz sa sıcaktan sıkıldı isen yağmurun altına gir. Biraz sonra yağmur diniyor, güneş açıyor, bıcır bıcır kuşlar ötmeye başlıyor. Her ikisi de başka güzel. Çıkamadık hadi öyle yemeğimizi de burada yiyelim dedik. Yağmur ve kuş sesleri arasında pek güzel bir yemek oldu. Sonra girdiğimiz otelde de, kendimizi Afrika ormanlarında bulduk. İnsanlara ayrılmış yürüyüş yolunda yürürken her türlü vahşi hayvana rastlıyorsun. Aralarında yürümek hem zevkli hem helecanlı oluyor. Her an biri sana açılmış gözlerle bakıyor,  üstüne atlayacak diye korkuyorsun. Nereye girsek çıkmak istemiyoruz ama gezecek çok yer var. Piramit şeklinde tepesinden ışık fırlatan otele gir. İşte sana Mısır ve Piramitleri.  Daha değişik şeyler görmek için sinemasına gir, enteresan bir film seyret. Sokakta insanlar, ellerinde broşürler oradan oraya koşturuyorlar. Her yer de her an bir şov var. Geceleri de revüler. Herkes de hiç birini kaçırmak istemiyor.
Eh, kumar cennetindeyiz, buraya kadar gelmişken artık kumarda oynamadan olmaz. Makinalardan birinde şansımızı denedik,  şıkır şıkır paralar dökülürken bayağı zevkli oluyor. 3 dolar kazanıp, kararında bırakmayı bildik.
Aslında herkes burada sade kumar oynandığını sanar, halbuki ne kadar çok yapacak görecek ilginç şeyler varmış. Hepsi de insanın hayal gücünü zenginleştiriyor. Burada gördüklerimiz resmen şaşkına çevirdi bizi. Hiç böyle bir şey beklemiyorduk.
Dönüş günümüz geldi, her yeri gezemedik, aklımız burada kalarak dönüyoruz. Serap dönüşte geldiğimiz ana yoldan değil de Ölüm Vadisi denen çöl yolundan dönelim istedi. Ama yolumuz bayağı uzadı. Hiçbir arabaya, hiçbir canlıya rastlamadan bütün gün, hatta gecenin bir yarısına kadar çölde yolculuk bayağı macera oldu. Yollarda sadece canlı olarak çöl bitkileri vardı, dinlenmek için durduğumuzda onları incelemek, hem de kökleri kumda olduğundan kolay çıkınca eve götürmek istedik, arabada bulduğumuz bir kaba yerleştirdik. Nevada eyaletinden Kaliforniya eyaletine girişte birtakım yetkililer tarafından durdurulduk. Gelip arabanın içine baktılar. Serapla epiği konuştular. Nereden gelip nereye gidiyoruz? Arabada bitki türü bir şeyler var mı? Serap evet var deyip, topladığımız çöl bitkilerini verdi. Hemen alıp gittiler, içerde iyice bir kontrolden sonra, getirip verdiler. Çölden alınmış bitkiler olduğu için müsaade etmişler.
Gece yarısı vardık Los Angeles’ın tepelerine.  Şehrin pırıl pırıl ışıkları, nefis bir görüntü idi. O ışıklar, o görüntü, bütün yorgunluğumuzu aldı.
Serap, seneye babamla gelin, yine gelelim, buraları babamda görsün diye şimdiden geliş tarihimizi hesaplıyor.