77 San Diego, Kaliforniya, 1998

İki geceliğine San Diago’ya gittik. Kaliforniya’nın Pasifik kıyı şeridinin en güney ucunda, Meksika’ya sınır, çok sevimli bir liman şehri.

Buraya gelirken de yine her zaman yaptığımız gibi ana yolu bırakıp ara yollara saptık. 2 saatlik yolu bir günde geldik. Yol boyunca birçok sahil kasabaları vardı. Hepsini de görelim dedik. El Nino yüzünden sahile gelen foklarla resim çektik. Serap’ın en sevdiği kasaba Laguna Beach’de öğle yemeyi molası verip, sıra sıra sanat galerilerinin olduğu şirin sokaklarını gezdik. Dönüşte tekrar uğramak üzere ayrıldık.

Güneş batışına az kala San Diego’nun kuzey sahiline varmıştık, bu geceyi burada geçirmek için otel arayacağız. Ama ilk önce sahilde dolaşıp şöyle bir etrafa bakalım dedik. Tam güneşin batacağı an, Serap enteresan bir şey anlattı. Bir fizik olayı imiş. Güneş okyanustan batarken, en son anında, eğer hava çok temizse, yeşil bir ışık görünürmüş, bunu da en çok okyanusta seyreden kaptanlar görürmüş. Bazı seneler Güney Kutbunda da görenler olmuş. Bu fırsatı bulmuşun baksana. O anda yine etrafta çiçekler görmüş onlara bakıyordum ki, Serap’ın bağırması duydum - gördüm , yeşil ışığı gördüm. Bende göremediğim için çok üzüldüm. O akşamdan sonrada hep baktık ama bir daha göremedik. Serap la gezmek başka oluyor, her şeyi gösteriyor, anlatıyor, öğretiyor.

Pasifik okyanusunun dibindeyiz, gel git olayı çok geniş oluyor. Gece olurken denizin sahile gelmesini gördük. Gezip dolaştık, saatte bir gelip denizi kontrol ettik, daha ne kadar geldi diye baktık. Geniş bir kumluk olduğu için, denizin sahile gelişini rahatlıkla görüyorsun. Bu yöre hoşumuza gitti, gece oldu, birde hem eğlence, hem bir tabiat olayı inceliyoruz, burada kalalım dedik. Yemeğimizi yedikten sonra yine sahilde idik. Bir yerde de insanlar arabalarını sahile bırakmışlar. Arabaların yarısı denizde idi. Bu insanlar göz göre göre denize bırakmazlar ya. Denizin bu kadar yükselip içeri geleceğini hesaplayamamışlar. Şimdi gelince arabalarını denizde görecekler, ne yapacaklar diye güldük. Mağaza gezmeyi, alış verişi sevmiyorum, oralarda yoruluyor başım dönüyor, niye vakit öldürelim. Açık havada gezmek, tabiatı tanımak, etrafı seyretmek daha güzel.

Ertesi gün yine geze geze şehrin içine geldik, otelimizi bulup yerleştik, hemen etrafı gezmeye çıktık. Burası büyük bir liman şehri. Tam önünde, doğal bir mendirek gibi, güneyden kuzeye uzanmış Coronado yarım adası
körfezi Pasifiğin haşin dalgalarından
koruyor. Şehrin dillere destan iki eğlence yeri var, Deniz Dünyası ve Hayvanat bahçesi. Birini tercih edip gidelim dedik. Deniz Dünyasına girdik. Fok, balina, yunus balıklarının ayrı ayrı şovlarını seyrettik. Kutup ayılarına yapılmış buzdan dünyaları, yine ayrıca penguenlerin buzlu dünyalarındaki yaşantıları. Göl kenarındaki flamingolar, gezmekle bitecek gibi değil. Her biri ayrı bir güzel. Yaşadıkları ortamı tam olarak hazırlamışlar. Teleferiğe binip tepeden de seyrettik. Başka tarafları da tanımak için asansörle, dönen bir kulenin tepesine çıktık. Buradaki çocuklar ne kadar şanslı. Her şeyi yaşayarak öğreniyorlar. Hayvanların yaşantılarını, yemek saatleri, yatma saatleri, hepsi broşürler de anlatılıyor. Meraklı anneler, babalar da saatine göre çocuklarını gezdiriyor, yedikleri yemekleri, yatmalarını her şeyi inceliyorlar. Burayı gezmeyi biz bir güne sığdırdık ama çocuklu aileler, biz bir gün daha gelecez, nereye gitsek oradan ayıramıyoruz ki çocukları diyorlar. Çocuklar için her şey düşünülmüş, yoruldukları zaman da dinlenmek için kompüterler var, burada her şey öğretici. Kompüterde oyun oynasalar da öğretici. Bir CD leri var bende merak ettim oynadım. Zeka çalıştırıyor, İngilizce öğretiyor. Her CD başka şey öğretiyor. Ben bile sevdim vakit olsa daha da oynardım.

Deniz dünyasından çıkınca yorulmuşuz, bu sefer araba ile şehri dolaştık. Sonrada Serap bana, buranın en güzel otelini göstermek istedi. Coronado Oteli. Oraya da buranın en meşhur köprüsünden gidiliyormuş. Köprüden geçtik, paramızı ödemek istedi Serap, almadılar. Meğerse arabada 2 kişi olunca bedavaymış.

Hollywood filmlerinden tanıdığımız Coronado Otelindeyiz. Hemen sahil kumuna bitişik çok büyük bir dinlenme yeri. Buraya Marilyn Monroe oteli de diyorlar, hep filmlerini burada çekerlermiş. Her yer de Marilyn Monroe’nun eski hatıra resimleri var. İçi tamamen gıcır gıcır ahşap. Otelin içinde ayrıca bir de kış bahçesi var. Oturalım dinlenelim dedik. Sonrada içkilerimizi içerken, güneşin batışını seyrettik. Yemekten sonra da bara gittik. Etrafımıza baktık, yaş ortalaması 50, 60 gibi. Çalan müzikte tam o yaşa uygun nostalji idi.

Ertesi gün, gelirken göremediğimiz sahilleri görmek için vakitlice yola çıktık, biraz daha şehri gezdikten sonra, yolumuza devam. Sanatkarlar kasabası Laguna Beach’de tekrar durduk, orayı gezelim burayı derken, gece yarısı eve gelebildik. Pek güzel bir gezi idi, her saniyesi dolu 3 gün geçirdik.