|
Beylerbeyi babamın arkadaşı Nedim Yüzak ın evinin kapısında |
Bir gün de çıkmışım bahçeye, ama dönmeyi bilmemişim. Annem beni aramaya çıkmış. İlk başta aşağıdaki arkadaşlarıma sormuş, onlar görmediklerini söyleyince, polis ailesine gitmiş. Kapı açıkmış, ortada bir tepsi, başında ev ahalisi iki misafir, benim arkadaşlar oturuyorlar, beni orada da görememiş. Hâlbuki bende oradaymışım, ama annem gözüne inanamamış, bu benim kızım olamaz. Çünkü! Bende tepsi başında, küçücük parmaklarım la, tepsideki içten alıyor, güzelce sarıp iştahla yiyormuşum. Hiç başkasının sofrasına oturmayan, yemek görünce kaçan bu kıza ne oldu. Bu kız nasıl benim kızım olur. Sonradan anlatmışım, anne evde hiç çatal kaşık sesi olmadı, yemek saati olduğunu anlamadım. Sonrada her kez yere oturdu bana da gel dediler, yemek olduğunu anlamadım. Ama o yediğim şey hoşuma gitti demişim.
O
senelerden hatırladıklarım. Bir gün eve bir adam geldi, elektrikli
ütü satmak istedi, onu duyunca bende bir ağlama, durup dururken niye
ağladım, adamda şaşırmış annemde. Ben hem ağlayıp, hem alma anne alma
diyor, bir daha demiyormuşum, adam bana ama bak, kuklalarının
elbiselerini ütülersin dediğini çok iyi hatırlıyorum. Ne deseler bende
ağlama devam. Sebep de şu, bir hafta kadar evvel, önümüzde bir yalı
yanmıştı. Yangın elektrikli ütüden çıktı denmişti, şimdi alırsak bizim
evimizde yanar diye korkmuşum. Bu 30 lu seneler. İlk çıktığı zaman
ütüler şimdiki gibi otomatik değildi, ısınınca prizden çekeceksin, sonra
soğuyunca tekrar takacaksın. Otomatikler uzun seneler sonra çıktı. 60
lı 70 li senelerde bile yoktu. Ütü yapıp sokağa çıktıkmı döner, unutmuş
olmaktan korkar, prizden çıkardım mı diye kontrol ederdik. Ama bu sade
bana mahsus değil, herkes aynını yaparmış. Uzağa bile giden yine
dönerdi, yoksa yanarız diye.
Bizim çok sevdiğimiz birde cambazlar vardı. Beylerbeyi ile Çengelköy arasında Havuzbaşı denen yere cambaz gelirdi, geldiğini anlatmak için, ayağına çok uzun sopalar takar, upuzun boyu ile sokaklarda gezerdi. O sopalar üstünde nasıl yürür onu hala merak ederim. En büyük eğlencemizdi o bizim. Ablam, teyzem, ağabeylerim onu seyretmeye giderdik.
Şimdiki yapılanların yanında, o günkü gösteriler çok basitti. Yaptıkları sadece, ip üstünde elinde koca sopa ile yürümekti. Ama o zaman biz ona bile şaşırır kalırdık. İnince de kasketini uzatır, her kes de içine ne kadar isterse para atardı. Ağabeylerim, ablamda, bahçemize kurdukları jimnastik salıncağında, çok güzel hareketler yaparlardı. Bir gün onlarda cambazları bize davet ettiler, kendi marifetlerini gösterdiler. O günden sonra cambazlarla arkadaş oldular.
Bahçelerimizdeki meyvelere diyecek yoktu. Her mevsimin meyvesi mevcuttu. Ben daha ağaca çıkamazdım ama, ağabeylerimin verdiklerinin yanında, yerden de toplayıp yerdim. O zaman mikrop ne imiş bilmezdik. Sokaklarda otomobil yoktu tozda bilmezdik. Ihlamur ağaçları da vardı, onları toplama günlerinde çok eğlenceli olurdu. Şimdiki gibi ağaçtan tek tek toplanmazdı. Biri çıkar ağaca, ağacı budar gibi, koca dalları keser atardı yere. Bütün ev ahalisi, konu komşu oturur, dallardan ıhlamur çiçeklerini rahat rahat toplar, amerikandan dikilmiş torbalara koyardık. Kışın, en sevilen ve en şifalı ilaç olarak içilirdi. O zamanın içeceği, kahve, limonata, gazoz, gül şurubu, çay ve ıhlamurdu.
Bu yaşlarda hatırladığım bir anımda şöyle idi. Annemin
boğazında guatrı vardı, ameliyat olması lazımmış. Babamda çok ama çok
iyi bir insan, çok hassas, çocuklarına ve anneme çok düşkündü. Ameliyat
olacağını duysa çok üzülecek diye, annem babamdan saklamaya karar
vermiş. Ben hep yanındayım duydum diye, beni çok sıkı şekilde tembih
etti, kimseye bir şey söylemesen sana para vereceğim, çukulata alırsın
dedi . Onu iyi hatırlıyorum 25 krs. Çukulatayı da çok severdim.
Ameliyatında ne olduğunu bilmezdim ki. Annem bir gün Samatyada oturan
teyzeme gitti. Ameliyat olduktan sonra, teyzem çağırdı bizi. Annem,
ameliyat olmuş yatıyordu. Çok ızdırap çekmiş, çok zor bir ameliyat
olmuş. Bir hafta yattı hastanede. O bir hafta boyunca bizi, babamın
arkadaşı, sevgili komşularımız her gece yemeye davet etti. Hep onlarda
yedik, bizi hiç yalnız bırakmadılar. Demek ki hakikaten dostlarmış. O
zamandaki dostluklar bir başka idi. Herkese böyle dostları olması dileği
ile.
Bizim çok sevdiğimiz birde cambazlar vardı. Beylerbeyi ile Çengelköy arasında Havuzbaşı denen yere cambaz gelirdi, geldiğini anlatmak için, ayağına çok uzun sopalar takar, upuzun boyu ile sokaklarda gezerdi. O sopalar üstünde nasıl yürür onu hala merak ederim. En büyük eğlencemizdi o bizim. Ablam, teyzem, ağabeylerim onu seyretmeye giderdik.
Şimdiki yapılanların yanında, o günkü gösteriler çok basitti. Yaptıkları sadece, ip üstünde elinde koca sopa ile yürümekti. Ama o zaman biz ona bile şaşırır kalırdık. İnince de kasketini uzatır, her kes de içine ne kadar isterse para atardı. Ağabeylerim, ablamda, bahçemize kurdukları jimnastik salıncağında, çok güzel hareketler yaparlardı. Bir gün onlarda cambazları bize davet ettiler, kendi marifetlerini gösterdiler. O günden sonra cambazlarla arkadaş oldular.
Haşım Paşa köşkü bahçesinde. Velet Çelebi amca, eşi Emine yenge, kızları Devlet, bizi ziyaret ettikleri bir gün. Annem, babam, Zagver teyzem, ablam, Celalet agabeyim. 1932 |
Bahçelerimizdeki meyvelere diyecek yoktu. Her mevsimin meyvesi mevcuttu. Ben daha ağaca çıkamazdım ama, ağabeylerimin verdiklerinin yanında, yerden de toplayıp yerdim. O zaman mikrop ne imiş bilmezdik. Sokaklarda otomobil yoktu tozda bilmezdik. Ihlamur ağaçları da vardı, onları toplama günlerinde çok eğlenceli olurdu. Şimdiki gibi ağaçtan tek tek toplanmazdı. Biri çıkar ağaca, ağacı budar gibi, koca dalları keser atardı yere. Bütün ev ahalisi, konu komşu oturur, dallardan ıhlamur çiçeklerini rahat rahat toplar, amerikandan dikilmiş torbalara koyardık. Kışın, en sevilen ve en şifalı ilaç olarak içilirdi. O zamanın içeceği, kahve, limonata, gazoz, gül şurubu, çay ve ıhlamurdu.
Annem guartrı ameliyatından önce |