16. 1951, Adnan ile Tanışıyorum

Berlich ve sanat okuluna gidişimin 2.senesi.Trenden sonra Haydarpaşadan vapur, sonra tünel, arkadaşlarla gidip geliyoruz. 
Erenköy İstasyonu. 

Sene 1951. Bir gün Erenköy istasyonunda çok güzel giyimli bir genç gördüm. Hakikaten çok uyumlu giyinmiş. Dikkat edilmeyecek gibi değil. Ama sade giyimini gördüm, yüzüne hiç dikkat etmedim, kim bu farkında değilim. Daha sonra bir gün bana baktığını fark ettim. Yine çok güzel giyimli idi. Bayağıda yakışıklı imiş. Yollarda rasladıkca bana baktığını görüyordum. Uzun zaman öylece bakıştık. Gençlerin beyendigi kızlara nasıl uzun zaman uzaktan uzağa baktığını anlatmıştım,  
Adnanın ilk giyiminden  fark ettim..


Benim okul günümse, sabahları görürdük birbirimizi. Değilse akşamları bisikletimle babamı trenden karşılardım. Babamı beklerken o genç de aynı trenden çıkar. Birbirimize bakardık. Bir vakit böyle devam etti.

Bir gün yine, babamı karşılamaya gittim, trenden inip merdivenden ilk çıkan o oldu. Ama yanımdan öyle hızla geçtiki, hiç bakmadan koştu gitti. Ben babamı bekledim, sonra alışverişimizi yaptık, eve doğru yürürken bir ara baktım, arkamızdan bir bisikletli geliyor. O benim yakışıklı değilmi. Acele koşması ondanmış, evine gidip bisiklete atlamış arkamızdan geliyor. Şimdi ne yaparsın babamı eve bırakıp temizlik işi yapan kadını bulacaktım, telefon yok ki çagırasın evinide bilmiyoruz arayacam. Babam eve girdi bende yola çıktım Kozyatağına gidiyorum, oda beraber, birlikte gidiyoruz. Bir vakit böylece gittik. Sonra iyice yaklaşıp, nereye gidiyoruz diye sordu. Sanki eskiden beri tanışıyoruz. Çok yakın arkadaşız. Bende yine aynı onun gibi, gayet samimi şekilde, temizlikçinin evini arayacam dedim.

Birlikte gitmeye başladık. Kazaskerden sapıp Kozyatağına doğru gidecez. O seneler yollar boş, arada sırada bahçe içinde küçük evler, büyük bahçeler, bostanlar var. Adrese göre evi biraz arıyoruz. Ona sora, buna sora sonunda bulduk. O senelerde birini bulmak zor değil, sokağını budun mu, o sokakta her kez birbirini tanır. Evi ararken bisikletlerimizden inip, yürümeye başlamıştık. Bu evdi, şu evdi diyerek, bize pek güzel eğlence oldu. Bir anda iki samimi arkadaş olmuştuk. Hanımı bulduk konuştuk. Dönüşte tekrar bisikletlerimize bindik ama pek konuşacak bir şey bulamadık. Eve geldim. Allahaısmarladık güle güle ayrıldık. Ertesi gün babamı karşılamaya çıkmadım. Sonraki gün okula giderken istasyonda karşılaşınca selamlaştık. Birkaç sefer daha karşılaştık ve selamlaştık. Babamı karşılamaya gitmeye çekiniyordum, yine geleceği muhakkaktı. Eh gelse de fena olmazdı ya. Ama yinede çıkmadım.



Arası epiği geçti, bir gün çarşıdan alınacak bir şey olunca, yine babamı karşılamaya çıktım. Hep en önden çıkardı, yine çıktı beni görünce selam verip hızlan yoluna gitti. Biraz sonra arkamızdaydı. Babamla birlikde eve girdik. Baktım sokakata dolaşıp duruyor. Şimdi ben ne yapayım. Ne yapacağımı şaşırdım. Siz olsanız ne yapardınız? Epiği bekledim baktım gitmiyor. Hadi yine çıkayım dedim. Çıktığımı görünce sevindi, hemen yanıma gelip, bugün nereye gidiyoruz dedi. Bende arkadaşıma gidecem dedim. Biraz ilerde oturduğunu söyledim. Zaten trende hep yanımda idi arkadaşım, ordan tanıyordu. Biraz yolu uzatarak gidelim mi dedi, kabul ettim. Yollar hep boştu. Saatte bir otobüs geçerdi, başka vasıta yoktu ki. Rahatça bisikletle dolaşılırdı. Bütün yollar bizimdi. Biraz dolaştıktan sonra ayrıldık. O ara dolaşırken bana sabahları nereye gittiğimi sordu. Sabahları sanat okuluna sonra Berlich e gittiğimi anlattım. O günde kısa bir gezinti oldu, arkadaşımın evinde ayrıldık. 


 Uzun bir süre ara verdim, bisiklete binmedim. Zaten havalar bozulmuştu, sade sabahları rastladıkca selamlaşıyorduk. Epiği görüşmedik. Bir gün Berlich den çıkışta ne göreyim kapıda bekliyor. Vapurdu, trendi beraberce bir yolculuk yaptık. Artık iyice arkadaş olduk. İnsan bir sorar benimle çıkarmısınız der. O zamanlar arkadaşlık teklifi öyle yapılırdı. Çıkmak flört etmek o zamanın gençlik sözcükleri idi. Biz artık çıkıyormuyuz ne denirdi bizim arkadaşlığımıza. Ayrılırken bir daha ne zaman buluşacaz diye sormazdı. Beni nerde bulacağını biliyordu çünkü. Berlich çıkışı kapıda idi. Cep telefonu yokken ne zormuş buluşmak degilmi? Akşamları eve beraber dönmeye başlamıştık. Eğer görüşmemiz biraz uzarsa beni bir yerlerde bulamasa geceleri kapının önünden ıslık çalarak geçerdi, ıslıkla serenat yapardı, çok güzel ıslık çalardı. Şöyle böyle değil bayağı güzel çalardı.

Akşamları vapur, tren ile dönerken bir gün degişik bir yol bulduk. Eski senelerin, bu gün için romantik olan yandan çarklı vapuru. Karaköy`den Moda, Kalamış, Caddebostan, Bostancı ya gidiyordu. Bizde değişik olsun diye arada onunla geliyor Caddebostan`da inip Erenköy`e kadar yürüyorduk. O yürüyüşte çok hoşumuza gidiyordu. Bir akşam ayrılırken, Pazar günü çıkarmısınız, yine buralarda dolaşsak dedi. Tamam dedim, konuştuğumuz saatte 2 idi kalıba, tam tamına 2 de ben bisikletle kapıdan çıktım. Tam saatinde çıktığım onu bekletmediğim için, teşekkür etti. Sonradan anladım ki. Dakik bir insan, ne derse dakikasında orada hazır. Bende ne beklemeyi, nede bekletmeyi sevmem. O gün Caddebostan gazinosuna gittik. Sene 1951, o senelerin en meşhur gazinosu idi. Denize doğru küçük bir yarım ada gibi uzanırdı. Yanında plaj vardı. En temiz en sevilen plaj idi. Diğer tarafta da vapur iskelesi vardı. Çam ağaçları altında oturulurdu. Gündüzleri aile çay bahçesi, akşamları da canlı müzik olurdu, bütün zamanın müzisyenleri, Cumartesi, Pazar geceleri burada çalarlardı. Oradan çıkınca da Bağdat caddesinde dolaştık. Arada bir işleyen tramvaydan başka, binde bir vasıta geçerdi. Şimdinin araba ile dolaşan gençlerinin yerine, biz bisikletle dolaşırdık. O zamanda bisiklet moda idi. Bir birimizi tanımaya çalışarak, güzel bir gün geçirdik.