|
Bu deniz kenarı bırakılırmıydı.. |
Annem
ile babam Kadıköy de ev arıyorlar. Beylerbeyi, o deniz bırakılırımı.
Her halde annem burada fazla yoruldu. Evimiz 3 kat, in çık kolay değil.
Birde kocaman bahçemiz var. Bir iç bahçe yazın yemek orada yiyoruz. Kapı
ile ayrılan denize kadar uzanan bahçe. İkisi de yüksek duvarlı, böyle
olunca burada rahat rahat tavuk besliyorduk. Bir ara kuzumuz bile
olmuştu. Annemi anne bilip, arkasından zıplayarak koşmasına
bayılıyorduk. Ama sonunda eliyle beslediği sevimli hayvanı, kimin gönlü
razı olur kesmeye. Ne yapacağını şaşırmıştı annem. Tavukları kuluçkaya
yatırmak, civciv çıkarmak en büyük zevkimiz di. Ne severdik o minik
şeyleri.
Artık şehre taşınmak istediler herhalde. Burası biraz
köy.
Beylerbeyinde o senelerde hiçbir şey yok. Vasıtası sadece vapur.
Otomobil otobüs hiçbir şey yok. Sokaklar ne kadar boştu. 40 lı seneler ablamın sokaktaki resmini görenler
sayım günümü çekilmiş bu resim der. Ne
alacak olsak Üsküdar’a, Beyoğluna, veya Mahmut Paşaya giderdik. Kapalı
çarşıya girerken solda bir Karakaş vardı, ayakkabı en çok oradan
alınırdı.
|
Ablam 1940 senelerinde Beylerbeyi sokakları böyle boştu. |
Elbiselik kumaş, yün hiçbir şey yok. Saç kestirmeye
berber yok. Onun içinde Üsküdar’a veya Taksime giderdik. Elbiselik kumaş
dedim, o zaman dikilmiş elbise yok. Kumaş alınır, ya kendin dikeceksin
veya terziye diktirecen. İskele civarında bakkal belki iki tane vardı,
bir kasap, bir sebzeci, bir fırın, birde simitçi fırını. Bir dükkânda
kırtasiye tuhafiye karışık. Birde eczane vardı. Belki 2 tane olabilir.
Her mahallede bir ayakkabı tamircisi mutlaka olurdu. Şimdiki gibi öyle
çeşit çeşit ayakkabımız olmazdı. Bir veya iki tane olurdu, tabanları
kösele idi, onlarda eskiyince tamir edilirdi. Bu yüzden, bayramda
ayakkabı alınacak diye, ne kadar sevinirdik. Yazın açık sinema, arada
tiyatro, ama kışın hiç bir şey yok. Bir halk evi vardı. Orada gençlerin
müsameresi veya müzik çalışmaları ne kadar sevilirdi. Kıyı boyunda
yalılar, yolun iç kısmında gayet seyrek, büyük bahçeler içinde köşkler.
Küplüce ye doğru, birde saraya doğru sokak üstünde evler.
|
Beylerbeyi Sarayı |
Küplüce
ye çıktıkça, yine büyük bahçeler içinde köşkler vardı. Bugünün köprüye
baglanan yollar yerinde hep tarlalar bostanlar vardı. Beylerbeyinin en
mühim olarak Sarayı vardı. Okulumuza komşu olduğu için, bizi her sene
götürmüşlerdi. Çok bayılmıştık tabii. Sarayın ilginç bir yanı da,
yamaçlara doğru yükselen set bahçeleri, havuzu ve altından geçen tarihi
tünel.
Kara yolundan Kuzguncuğa giderken, bu tünelden geçilirdi.
Aralıklarla dizilmiş, gaz lambaları ile bu tünel, bana çocukken çok
ürkütücü gelirdi. Şimdi yol başka yerden verilmiş. Bu tünel de tamir ve
restore edilmiş, Kültür tanıtım merkezinin tanıtıcı kitap, kartpostal,
poster, hediyelik eşa satan dükkanlar olmuş.
Sarayın önünde deniz
çok akıntılı idi. Burada başlayan akıntı, Vaniköy e kadar gider, oradan
biraz açıldıktan sonra, tekrar Saraya dönerdi. Akıntının yönü havanın
lodos olduğunda değişirdi. Buralarda denize girmek tehlikeli idi.
Sandalla bile akıntı yönünü iyi bilen geçebilirdi ancak.
Beylerbeyinin
akşamüstü piyasaları için, Caminin önünde birde rıhtımı vardı. Yürüyüş
yapılır, balık tutulurdu. Sokaklarda akşam üstü, elinde sopası ucunda
alev olan bir görevli, gaz lambalarını yakardı. Evlere elektrik gelmişti
ama, sokakta bu gaz lambaları ile idare edilirdi. Şimdi hatırlayıp, ay
ne güzeldi dediğim, sokaktan geçen satıcılar, bu satıcılar sadece
Beylerbeyinin degil, eskinin bütün sokaklardan geçen satıcıları idi.
Yoğurtçular vardı, sırtında bir sopa iki ucunda koca iki tepsi yoğurt,
Kaymaklı Silivri yoğurdu, aman ne lezzetli idi. Hele kaymağı, onun
tadını kimse unutamaz. Tahin pekmez satan satıcılarda vardı. Geceleri
iyiiiii boza, diye seslenen bozacılar. Yanında sarı leblebi. Eşeklerle
sebzeciler geçerdi. Sucularda, tenekelerdeki içme suları nı eşeklerle
taşırdı. Birde kalaycılar geçerdi. Tencereler bakırdı, kalaylamak
lazımdı. O zaman hırsız yoktu, ama yinede, düdüğünü çalarak geçen
bekçileri çok severdik. Balık mevsiminde gaz lambaları yakıp, balık
tutan balıkçılar, denizin üstünde, ateş böcekleri gibi pırıl pırıl
dolaşırlardı. Sahi eskiden birde ateş böcekleri vardı, şimdi nerde
onlar?
Biz küçükken hasta olmaz mıydık acaba, hiç hastaneye
gittiğimi bilmiyorum. Bizim aile doktorlarımız vardı. Ona giderdik veya o
gelirdi. Ameliyat gibi çok mühim durumlarda, Üsküdar da Numune
hastanesi veya, İstanbul tarafında Guraba, Haseki, Cerrahpaşa
hastanelerine gidilirdi.
Tek vasıtamız olan vapurları çok
severdik. Çok samimi olurdu, her kes birbirini tanır dı. Vapura binerken
her kez saygılı idi büyüklere yol verirdi. Hele eski zamandan anlatılan
bir anı. Beylerbeyinin ahalisinin ne kadar kibar, ve saygılı olduğunu
anlatıyor. O devirde Beylerbeyine vapur yanaşır, ama buradan
kalkamazmış. Neden mi. Vapur yanaşıp kapı açılınca, herkez saygıyla
birbirine yol verir, siz buyurun, siz buyurun dermiş. Bu böylece uzar
gider, kimse önden geçmek istemez, vapurda bekler dururmuş. Bu yüzden
Beylerbeyi teşrifatı ile meşhur olmuş.
|
1940 seneelerinin Şirketihayriye Vapurlarından biri. |
Bizim zamanımızda da o
kadar değilse bile, yine herkes büyüklerine yol veriyordu. İtişmek
kakışmak diye bir şey bilmiyorduk. O senelerde köprü yoktu. Gece
İstanbul tarafında işi uzun süren, son vapura yetişemeyen, sandal ile
geçmek mecburiyetinde kalırdı. O zamanki vapurlar kömür ile işler, kara
dumanlarlar savurarak giderlerdi. Ama biz o zamanlar, hiç hava kirliliği
diye bir şey bilmezdik. Karaköy, Kadıköy arasında işleyen vapurlar daha
büyükdü. Ama biz bogaz da işleyen, o küçük samimi vapurları çok
severdik. Hele Üsküdar Beşiktaş arasında işleyen bir vapurlar vardı ki,
küçücük oyuncak gibiydi. O küçük vapurlar, o zamanın yolcusuna yeterli
idi. Bogaz vapurlarını o seneler de, Şirketi Hayriye denen bir şirket
işletirdi. Daha önceleri de yandan çarklı vapurlar işlermiş. O yandan
çarklı vapurlar sonraları Adalara işledi en sonda 1953 senelerinde
Karaköyden, Moda, Kalamış, Caddebostana işledigini hatırlıyorum.