22. 1958 Erenköyde 3 Hamile

 Babamın dükkan işi iyice kötüye gidiyor. Borç çoğalıyor gittikçe. Yine üzülecek hasta olacak diye ne yapsak diyoruz. Evi satıp borç ödendikten sonra daha uygun bir ev bulalım dedik. Ancak bir apartman katı olacak. Ağaçlarımız, tavuklarımız, bu kadar özenerek yaptığımız ev satılır mı. Bu seferde annem üzülüyor ne türlü. Neyse ki beğendiği bir daire bulununca annemde biraz teselli oluyor. Hele bana daha yakın oluşu iyice alışıyor yeni evine. Annem evini seviyor ama ben sevemiyorum bir türlü kendi evimi, o ev benim değil. Kaynanam paylaşamıyor evi benimle. Adnanla güzel vakit geçiriyoruz, arkadaşları ile beraber gezmeler hepsi iyide o eve dönüşlerdeki kaynanamın suratı. Ne olacak benim halim.

Adnanın bir arkadaşı vardı, eşini de pek sevdim, görüşüyorduk. Çok çocuk istiyor ama 2 aylık 3 aylıkken düşük oluyordu. Kendi öyle çocuk isterken bana da şaşırıyordu. Niye ben çocuk istemiyorum diye. Bana ısrar etmeye başladı. Bak o zaman her şey değişecek. Şimdi üzüldüğün şeylere aldırmayacaksın diyordu. Sonunda da kandırdı beni. Bir gün arkadaşıma teyze olacağını söylediğimde ne kadar sevinmişti. Sonradan kızıma da bak sen bu teyzenin sayesinde doğdun demiştim.

 Evimizin alt katını kiraya veriyorduk, bazen yazlık bazen de çok arzu eden olunca yazlı kışlı. Yalnız bir şartımız vardı çocukluya vermek istemezdik. Bir gün 60, 65 yaşlarında bir çift geldi. Hanım tatlı dilli, hoşuma gitti, şartımızı söyledim, çocuk istemiyoruz dedim. Yaramazlık çağındaki çocuklardan çok korkuyorduk. Onlarında 3 oğulları varmış. İkisi evli Gölcükte yaşıyormuş, küçük oğulları ise askerde, eh iyi imiş dedik verdik. Hanım hakikaten pek tatlı dilli, akıllı, akranmış gibi anlaştık. Ben 5 aylık hamileyim. İyi oldu diye düşünüyordum. Bebek olunca bana yardımcı olur. Bir gün baktım Gölcükteki oğlu hanımı ile geldi. Bir hafta iki hafta oturuyorlar yerleştiler. Gitmeye niyetleri yok. Sonradan fark ettim gelin hamile, buraya doğum için gelmiş, eh oda iyi bana arkadaş olur. Arası bir ay geçti baktım öbür oğlu da geldi hanımı ile, birde ne göreyim, kucakta 1,5 yaşlarında bir kız çocuk. Gelenin gitmeye niyeti yok yerleşiyor. Onlarda yerleşti. Gidip gelinler le tanışayım dedim. Gittiğimde ne göreyim oda hamile değil mi, şaşırdım, ama biz 3 hamile karşılıklı gelince pek komik bir görüntü oldu, gülmeye başladım. Biz evi çocukluya vermeyiz derken, al sana 3 çocuk. Şimdide kalkmış gülüyorum. Onlarda gülmeye başlıyor. Samimi bir karşılaşma. Sonradan hangimiz ne zaman doğuracaz diye konuşuyoruz, hepimiz 20 şer gün ara ile doğum yapacakmışız. Sonraki günlerde gelinleri de çok sevdim. Durumumuzdan dolayı da güzel anlaştık. Hazırlıklarımızı birlikte tamamladık. Birlikte yürüyüşlere çıkarken de gülüşürdük halimize. Kapıdan sıra sıra hamileler çıkıyorduk. Bir gün bu yürüyüşler sırasında, dükkanın birinde porselen takımlar gördük. Eskiden dediğim gibi ortada çok şey yok, porselen tabak çanak fincan takımları da yok. Böyle porselen takımları görünce bayıldık. Aman bizde alalım dedik. Doğumda loğusa şerbeti tutmak için lazım olur. Şimdi o şerbet adeti yok galiba. Aman kapıda nasıl kuyruk. Böyle porselen takımlar almak için herkes Avrupa ya Kıbrıs’a gidiyor, buraya gelmiş alınmaz mı? Bizde girdik kuyruğa, bizi öyle hamile görünce siz buyurun önden dediler. Fincanları aldık çıktık , ama aklımız kaldı yine tabaklarda, eh önden de alıyorlar bizi, ertesi günde tabak takımı almaya gelelim dedik. Bizim zamanımızda evlenirken, porselen takımı hediye geldi mi, altın takmış kadar kıymetli olurdu. Orada ne gördükse imrendik.

Dediğim gibi o senelerde neler yoktu. Porselen takımı yok, teflon tencere, düdüklü tencere yok. Biz hala kalaylı tencereler kullanıyorduk. 0 yüzden sokaktan kalaycılar geçerdi. Daha yeni alüminyum tencere görüp almıştık. Sonra emaye çıktı. Her yeni çıkan şeyi de alınca seviniyorduk ne türlü. Teknoloji aletlerinden radyomuz vardı, sonra el radyosu çıktı, ona da ne kadar sevinmiştik. Sabahları tam iş yaptığımız saatler de arkası yarınları dinlemek için elimizde taşımak pek iyi oldu. O radyoları da ilk Almanya ya çalışmaya giden işçiler getiriyordu. Bize de gösteriş yapar gibi sokaklarda ellerinde sallayarak dolaşırlardı. Bizde bir tanıdık bulup ısmarlamaya bakardık. 50 ler de elektrikli süpürge almıştık, annem o süpürgeyi bana vermişti. Daha o sıralarda kimsede yoktu. Benim süpürge komşulara da temizliğe giderdi. Süpürge çok marifetli ve kullanışlı idi ama , çamaşır makinesinin işleyişi şimdikilerin yanında çok komikti. İçine konacak deterjanımızda yoktu. Kullandığımız beyaz sabunlar küçülünce kurutur, rendeler ve makinede onları kullanırdık. Birde arap sabunu kullanırdık. 50ler de buzdolabı da çıkmıştı, daha evvel belki çıkmıştı ama evlerde daha yeniydi. Bulaşık makinasını ise daha bilmiyorduk. Televizyon da daha çıkmamıştı. Elektrikli ütü 40lar dan beri vardı, ama daha öncede anlatmıştım, ayarlı olanları 80ler de ancak çıktı. Buharlılar daha sonra. Ayarlı ütüler çıkmadan önce kullanmak çok zordu, ütülerken biraz fazla ısınınca kumaşı yakar, onun için fişten çekecen, soğuyunca fişe takacan. Daha garanti olsun diye ütülenecek kumaşa bez sererdik. Ütüyü prizde unutmakta en korkulu şeydi, bu yüzden ne yangınlar olmuştu. Evden çıkarken prizi kontrol etmemiz şarttı, unutmuş olabiliriz diye yoldan tekrar döndüğümüz olurdu. Teknoloji aletleri ile yeni yeni tanışıyorduk ama ortam çok güzeldi. Erenköy daha sayfiye yeriydi, her yer yeşildi. Çamlar ağaçlar arasında sade köşkler vardı. Baharda güzelliğe doyum olmazdı. Leylaklar, Erguvanlar, kapı üstlerinden sarkan Salkım Sögütler, sarmaşık gülleri. Meyve ağaçlarının beyaz çiçekleri, avize gibi Manolyalar. İşte Erenköy o senelerde böyle güzeldi.


Çelebi sokaktaki evimizde tavuklarımızda vardı.

Çelebi sokaktaki evimiz.

gelin geldigim evin makedi