23. 1958 Erenköy'deki Bebekler

Evet,  benim  arkadaşlarla  20 şer gün  arayla  doğum  yaptık. İlk  önce  kızı  olan bir  kız  daha  doğurdu. Sonra  diğer  arkadaşın  bir  erkek  bebeği  oldu. Bende  bir  kız  bebek  doğurdum. İnsanın  çocuğu  olması  ne  kadar mutlulukmuş. Ne  büyük  sevinç  kaynağı.  Hele  bir  kızım  olduğuna  ne  kadar  sevinmiştim. Ne  dense  kız  çocuğunu  daha  seviyordum. Bizim  zamanımızda  daha  çocuğun  ne  olacağı  doğumdan  önce  bilinmiyordu. Doğduğu  an  öğrenmek  bize  sürpriz  oluyordu. Oda  güzeldi. Kolay  olmuştu  doğumum. Herhalde  hareketli  olmanın  faydası  vardı. Son günlere  kadar  hareketli  idim, ev işleri  yapmak,  yürüyüşler,  gazinolara  gidip  dans etmek. Benim için  sokakta  doğuracak  derlerdi. Annem  4  çocuk  doğurmuş , hep  doğumları  zor  olmuş,  onun  için  beni de  çok  merak  ediyordu.  Bende  ona  doğuma  giderken  haber  vermedim,  daha günüm  var  diyordum. Doğumdan  sonra  duysun  istedim. Öylede  yaptım.

Adnan  bir  kızımızın  olduğunu, hemde  kolay  bir  doğum  olduğunu  müjdelediği  zaman,
annem  ne  kadar  sevinmiş. Yalnız  erken mi oldu  diye  şaşırmış. Doğum  kolay  oldu  ama,
sonradan  uykusuzluğu  ve  iştahsızlığı  beni bayağı üzdü.  Geceleri  hiç  uyutmuyordu  beni.
 Oda  da  yatağı  vardı,  uyumayınca hadi  birde eskilerinin usulü salıncak  kurduk. Orda  da
uyumayınca  koynuma alırdım  10  dakika  sonra  onu da  istemez. Aç mı  acaba  gazımı var,  anlayamazdım  bir türlü. Bu seferde  babası  ile battaniye ye  koyar  sallardık,  ne yapacağımızı  bilmezdik. Doktora  götürürdüm,  sağlıklı  bir bebek derdi. Sabaha  kadar  oradan  al oraya, gezdirir dururduk. Çocukluğundan  belli  etmiş, oradan  oraya  gezmeyi. Büyüdüğünde  dünyanın bir ucundan  öbür ucuna, Kuzey  kutbundan,  Güney kutbuna  kadar  gezdi,  halende  geziyor,  o  ilginç  gezileri ilerde  sizlere de  anlatacağım.

Kiracı  arkadaşlarla  birlikte, büyütmeye  başladık çocuklarımızı.
Kayınvalideleri de  bir  çocuk  doktoru
 kadar bilgili  bir  hanımdı, çok  yardımı oldu
çocuklarımıza. Hanımı  ben  çok  seviyordum, ama
gelinleri  pek hoşlanmazlardı. Demek ki  kayınvalideler
sevilmiyormuş. Çocuklar  büyüdükçe  birbirleri  ile
anlaşmaya, oynamaya  başladılar, birbirlerini öyle
sevdiler ki, her an  beraber  olmak  istiyorlardı.
Ara  kapıyı  bile  açıp,  adeta  beraber  yaşamaya  başladık.
Yemek  yedirirken  bahçede  arkalarında beraber  koşturduk.
Salıncaklar, eğlenceler  hazırlamıştık. Çocuk  yuvasına döndürdük  bahçeyi. Ne  kadar  iyi  olmuş  bu  durum .
 Çok eğleniyorlardı. Bizde  anlaştığımız  için çok  güzel geçiyordu  günler. Yazın  bahçeler de  iyi  eğlendiler. Kışında evde  çok iyi  oldu  beraber  oynadılar. Bu  seferde  evin  içi  çocuk  yuvasına  dönmüştü. Çocukluya  kiraya  vermeyelim  derken, şimdide  gitmeseler diyordum. Ama  benim  sevdiğim  kiracı  hanımı, gelinleri  sevmiyordu, artık  evlerine gitmek  istiyorlardı. Geçinemiyorlardı  kaynanaları  ile. Her  gün  biri  gelip  dert yanıyordu  bana. Bende  hem  gelinleri  hem  kaynanalarını  sevdiğim  için  şaşırıyordum, ama  bir  yandan da  iyice  anladım ki, gelin kaynana  bir  evde  zor.  Bir  yaz  bir kış daha  böyle  geçti. 2  yaşlarına  geldiklerinde, gelinler artık evlerine  döndüler. Aman  benim kızımın  üzüntüsünü  sormayın.  Arkalarından  adeta  ağıt  yaktı. Onlar  gitti  ben kaldım  buralarda  diye, ağladı  günlerce. Onu  nasıl  oyalayacağımı  bilemedim.
Benim  kızımın  çocukluğunda  anaokulları  yoktu.
O  senelerde  bu gün ki  kadar çalışan  annede  yoktu,  çocuklarına  anneler  kendileri  bakardı.




Bisikletin arkasına demirden yuva yaptırdım, daha on aylıkken oturttum oraya. Yazın babası da binerdi bisikletine denize gider, gezmelere giderdik. Bu gezmeleri çok severdi.





Bahçelerde de komşu çocukları ile oynamak iyide  kışın çocukları  evde  oyalamak   bayağı  zor oluyordu. Arkadaşı    yoksa  onunla  mutlaka  siz  oynayacaktınız. Bende  kızımın en sevdiği  kitaplarla   oyalardım onu. En  iyisi  kitap  bakmaktı. Zaten bir yaşından  beri  kitap  verdim  eline. İstanbul’a, Kadıköy’e  gittiğim  zaman  ona  hep  kitap  alırdım. Hiç  oyuncak  aldığımı  bilmem. Kitabı  nasıl  temiz  tutacağını, ona  yazılıp  çizilmeyeceğini  öğrettim. Daha  sonraları  boyama  kitabı  getiren  oldu, ama  onları  hiçbir  zaman  boyayamadı. Çünkü  kitabı kalemle karalamak  olmaz. Ayşeğül Tatilde, Ayşeğül  okulda,  pek seviyordu  o kitapları.
Birde  ingilizce  hayvanlı  küçük  kitaplar  alırdım. Onları  anlatırdım. Hayvanların  çıkardıkları  sesleri taklit ederdim. Oda  anne, baba  demeden  ilk hayvan sesleri  çıkarmaya  başladı. İlk  cik cik,  hav hav,  mır mır dedi.  Eskiden  her  evin  mutlaka  kedisi  köpeği de  olurdu.
Bayılıyordu  hayvanlara. Kuru  fasulyenin  içinden  çıkan  minicik  kurtu  bile  severdi. Eskiden  birde  evlerde  çocuklara  ipek  böceği  besletirdik. Onların  beslenmesi için  dut ağaçları  olurdu  bahçelerde. Şimdi  nerede  bulsun  çocuklar  dut  yaprağını.
 Saatte  bir otobüs  varken   yeni  yeni  münübüsler  işlemeye  başlamıştı. Kazeskerden Bostancı, Maltepe yolu  yeni   asfalt  ve  çok  genişti. Münübüslere de  bana da rahat  yer  vardı.
Bisikletin arkasına koydummu Ablama giderdik  o yoldan. Kızımda  bu  yolculuğu  çok  severdi,   
    

 Kadıköy’e,  İstanbul’a  giderken de  anneme  bırakırdım.    Annemi  çok  seviyordu. Çünkü  anne annesi  onunla  tam gönlüne  göre  oyunlar icat  ediyordu.  Hele bahçedeki köpek tam ona akrandı sanki.
Annemle  aramız  bir durak  ve  aynı  kaldırım  üzerinde  idi, onun için yürüyerek giderdik, Giderken de  kızıma  hadi  sen anne ol  ben  çocuk beni  sen götür derdim,  elimi sıkıca  tutar, kendi  götürüyorum diye de  çok  mutlu  olurdu. Anne anne  biraz  büyüyeyim de  ben  kınardan  kınarda  gelirim sana derdi. 5  yaşında  olunca da, bakkala  veya  başka  yerlere  giderken,  karşı  kaldırıma geçmek  için, aynı  şekilde, hadi  beni sen  geçir derdim. O senelerde geçişlerde  ışıklı lambalar  yoktu, vasıtalar  gayet  seyrekti. Çok  zaman  yollar boş  olurdu. Kızımda bütün  dikkati  ile  soluna sağına,  tekrar  soluna  bakmayı  öğrenmişti.  Yolu boş görünce  hadi  geçelim derdi.