18. 1952, 1953 senelerinde yaşantım

Babamı dükkân işi çok üzmeye başladı. 30 sene memur. Masa başından sonra bu ticaret işi çok yabancı. Veresiye verdiklerini toplayamıyor, oda ayrı bir üzüntü. Üzüntü ki ne türlü. Babamda hiç alışık değil. Sattığı radyoların, dikiş makinelerinin parasını nasıl ödeyecek. Uykuları kaçıyor, bir gün felç oluyor düşüyor, yerde buluyoruz. O zamanlarda
 civarda hastane yok, koşuyoruz Ayten hanıma, aceleçağırıyoruz, adeta aile hekimi. Ayten hanım yetişiyor ve babamı tedaviye başlıyor. Öyle candan ki sanki kendi babası. 10 dakika bakıp kaçmıyor, oturuyor başında, uzun uzun bize neler yapacağımızı anlatıyor. Ertesi gün yine bisikletine atlıyor, aynı hastanedeki sabah viziteleri gibi dolaşıyor hastalarını. Babamı da çok güzel tedavi ediyor, uzun sürmedi hastalığı ama bizi çok üzdü.
 Bende hem evde annemle birlikte babama bakıyorum hem de dükkanı idare etmeye çalışıyorum. Babamın iğnelerini de ben yapıyordum, bir gün Ayten hanım beni iğne yaparken gördü, çok beğendi ve bir çok kişiye beni tavsiye etmiş. Öyle çok müşterim oldu ki. Babam hasta, dükkan işi bana kaldı, iğnecilik yapmaya da başladım. Ne ise bu sıra Celal ağabeyim yetişti imdada . Neredeydi bilemiyorum, oda geliyor bizimle yaşamaya başlıyor. Dükkanı idare ediyor. Lazım olan alışveriş işini de yapıyordu. Ama arada sırada da kayıp oluyordu. Ne ise babam iyileşiyor. Yine dükkana geliyor. Ama onu yormamaya bakıyoruz. Ağabeyim, ben, babam üçümüz birlikte yürütüyoruz dükkanı.Ağabeyim yine arada 2 gün 3 gün yok
 ortada.


 Neredesin ağabeyyy.  Bir gün odasını temizlerken bir resim görüyoruz.
Aynı Bette Davis`e benziyor. Kendisine sorunca kıs kıs gülüyor, cevap yok. Yine bir sürprizi var öğrenecez elbet. Bu 2 veya 3 günlük kaybolmalar devam ediyor. Sonunda çıkıyor meydana. Babam hasta iken, dükkâna kırtasiye lazım olunca ağabeyim gidiyordu. Bir sefer gittiğinde, orada bir genç kız görüyor, oda alışveriş için gelmiş. O kadar samimi neşeli hareket ediyormuş ki, ağabeyim bakmış kalmış. Kendi alacağını unutmuş, oda onlara karışmış. Birlikte konuşmaya başlamışlar. Gayet bilinçli , şunu alacam, bunu alacam derken, birde radyo almak istediğini söylemiş. Ağabeyim biz dükkanda satıyoruz, ben getiririm size demiş. Ama nereye getirecek haberi yok. O kız Bursanın Yenişehirinde oturuyormuş. Ağabeyim durmuş kızın gitmesini beklemiş. Bursaya değil nereye olsa gidecek. Adresi almış 2 gün sonra ağabeyim Bursa Yenişehirde. Adrese göre dükkanı bulup gidiyor. Biraz ahbaplık ettikten sonra radyosunu veriyor ve Bursaya dönüyor. Ama aklı kızda, hemen İstanbula dönmeyip, 2 gece Bursada kalıp tekrar Yenişehire gidiyor. Elinde bir mecmualar arasında bir gül. Bu böylece arada bir tekrarlanıyor. Yenişehir, 2 gece Bursa tekrar Yenişehir. Bu şekilde ortadan kaybolmalarının sebebi anlaşılıyor. Tekrar bir gittiğinde düşüncesinin ciddi olduğunu söylüyor. Her seferinde de, kızı razı edebilmek için, elinde bir sürprizle gidiyor. Kızda ona babasını yeni kaybettiğini dükkan işini yürütmesi lazım olduğunu anlatıyor. Ağabeyimde beklerim diyor. Ağabeyim bekleyecekte bizde meraktayız nasıl biri görmek istiyoruz. Bir alışverişe geldiğinde, seni bize götürecem diye ısrar ediyor ve getiriyor. Bende evin taşlarını parlak olsun diye hep cilalardım. O gün geldiklerinde yengem diyeyim artık, eve adımını atar atmaz ayağı kayıyor, kendini annemin kucağında buluyor. Samimi bir karşılama oluyor. O karşılamadaki samimiyet ve sevgi bu güne kadar sürüyor. Annem ölünceye kadar, ne büyük gelin ne küçük gelinle bir gün olsun bu sevgi eksilmiyor. Bizde öyleyiz 57 senedir bir kardeş bir arkadaş gibi severiz birbirimizi.
Celal ağabeyim razı etti yengemi, 2 sene bekleyecek.Eh şimdi ağabeyim bekleye dursun, benim evliliğime geldi sıra.

1953 senesi evleniyoruz.

 Annem Adnanı görünce beğendi ama en çok hoşuna giden şey evinin bize çok yakın olması idi. Hep uzaklara gitmemden korkardı. Bu senelerde Erenköy de hep ahşap köşkler vardı. Benimde gelin gideceğim ev bir ahşap köşk idi. Bütün etrafımızda da hep ahşap evler vardı. Çam ağaçları çeşitli meyve ağaçları, güller, salkım söğütler Erenköy ün en güzel yılları idi. Bu kadar koşturmak, birde evlilik işi çıkınca, nişanlanmadan evvel doktoruma gitmeyi de ihmal etmiyorum. Doktorumun onayını almam şart. Nişanım düğün gibi olmuştu, ben zaten düğün sevmem, sade nikah yeter dedim, nikahtan sonra doğru gittik Yalova Termale. Termal oteli o senelerde Deniz yollarına aitti . Bizde Termal de, bir hafta kaldık. Her gün civardaki köylere gittik gezdik, güzel geçti günler.

Evde kayınvalide, evimizin civarında yine hep muhalle komşuları. Öyle kalabalık bir ortama girdim ki. Onlar tebriye geliyor, biz onlara gidiyoruz. Komşuculuk oynuyoruz. Benim iğne müşterileri buraya gelince iyice çoğaldı. Fakire , fukaraya, buradaki komşulara, uzak gideceksem de bisiklete binince koşturuyordum ordan oraya. Cumartesi Pazar da Adnan ile geziyoruz veya Adnanın arkadaşları ile bir yerlere gidiyoruz, birinin evinde oturup oyunlar oynuyoruz. Kışında Cumartesi günleri Beyoğluna gitmek en büyük zevkimizdi. İş yerleri Cumartesi günleri yarım gündü, Adnanı iş yerinden alırdım bir yerde yemek yer sonra sinemaya veya dans etmeye gazinolara giderdik. Kadıköy den Karaköy e yarım veya bir vapuru ile geçerken, benim gibi Beyoğluna giden hanımların şıklığına diyecek yoktu.

Her şey iyide kaynanam nedense sevmedi beni. Hele bu gezmelerimize hiç dayanamıyordu. Sanki biz duymuyoruz, önümüzden arkamızdan söyleniyordu ne türlü. Gelin kaynana geçimsizliklerini anlatırlardı, neden acaba derdim. Eyvahhh benimde geldi başıma.