17. 1952, Nişanlanıyoruz

Sene 1951 babam emekli oldu. Çalışkan bir insan evde oturmaktan sıkılıyordu. Biz annemle Kadıköy’e sinemalara giderdik. Annem ve teyzelerim, 4 kardeş her hafta birinde toplanır, başka akrabalarda gelir güzel vakit geçirirdik. Ama babam bizimle gelmezdi. Babamla da Cumartesi Pazar günleri, İstanbul a tiyatrolara giderdik. Birde aile dostlarımız vardı. Annelerle, babalar arkadaştı, 2 kızları da bana arkadaş, onlarla beraber gezerdik. Tepebaşında 2 şehir tiyatrosu vardı. Biri komedi, biri drama idi. Bu 2 tiyatrodan başka, birde tünel civarında Muammer Karaca tiyatrosu vardı. Bu tiyatrolara gitmeyi babamda severdi. Program değiştikçe dostlarımız ile birlikte giderdik. Biz böyle tiyatrolara giderken, ben trende bir arkadaş buldum ya, bana Pazar günü çıkalım mı dedikçe, ben tiyatroya gideceğiz derdim, bir bakarım oda tiyatroda. Bizim aile dostumuz bey Erenköy’den tanırmış benim arkadaşı. Her gittiğimiz yerde onu görünce, acaba bu genç, bizim 3 kızdan birine geliyor ama hangisine. Oraya gelirken yine tabiki adamakıllı güzel giyimli, temiz pak, terbiyeli. Eh olsun bakalım ne çıkacak sonunda dermiş.


                                                            
                                                                        


1951 senelerinde evlerde telefon yok. Arkadaşlar nasıl buluşurdu. Her beraberliğin sonunda, ayrılacakları zaman bir daha sefer, ne zaman, nerede buluşacaklarını, o günden konuşup anlaşırlardı. Bir gün yine kurs çıkışı beraber döndük. Ayrılırken, havalar soğumuştu bisiklet gezmeleri olmazdı. Cumartesi günü iş çıkışı bana gelsene dedi. Kendisi Karaköy’de Deniz Yolları Acentesinde muhasebeci olarak çalışıyordu. Cumartesi günleri de daha yarım gün olarak çalışılıyordu. Pek dedim. Ona uğrayacam sonrada Beyoğlu’na gidecez, o senelerde öyle yerlere giderken çok güzel giyinilirdi. Şapka eşarp, ayakkabı çanta eldiven her şey uyumlu olmalıydı. Bende güzelce giyindim gittim iş yerine. Beni arkadaşlarına tanıştırdı. Sonra birlikte Beyoğlu’na çıktık, sinemaya, sonrada çıkışta İnci Pastanesinden pasta yemek adetti.

Bir Cumarteside buluşmak istediğinde, ben bu Cuma teyzem ameliyat olacak, gece onun yanında kalacam, Cumartesi kaçta çıkarım bilmem, annem , diğer teyzelerim gelince ancak çıkarım dedim. A iyi öyleyse, bende oraya geleyim teyzene geçmiş olsun der, anneni diğer teyzelerini de görürüm dedi. Annem biraz biliyordu, ona anlatmıştım, eh diğer teyzelerimde görsünler bakalım. Konuştuğumuz gibi geldi. Kibar, terbiyeli, güzel giyimli onlardan da iyi not aldı. İşini yürütüyor. Bana söyleyecek bir şey bırakmıyor.



Akşamları ders çıkışı beraber dönüyoruz . Bazı Cumartesileri sinemaya, bazen de Taksim Gazinosuna gidiyorduk. O senelerin en meşhur gazinosu. Okul çayları canlı müzik olurdu. Oraya gider dans ederdik. Böylece güzel geçiyordu günler. Ben senelerce evde hasta yattım. Yeniden hayata kavuştuğum, gezebildiğim için, bu gezmelerime bir şey demiyorlardı. Ama yinede, bu hayat yorucu olur, hastalanırım diye korkup, kontrol günlerini hiç aksatmadan götürüyorlardı doktoruma.

Benim iki senelik sanat okulu bitmişti. Yaz geldi. Taksim Gazinosunda dans etmeyi çok seviyorduk, Cumartesileri ya dansa giderdik, yada sinemaya. Çok zamanda ya onun arkadaşları ya benim arkadaşlarımla birlikte bir yerlere giderdik. Yada bisikletlerimizle gezerdik. Bu sıralarda babam evde iyice canı sıkılmaya başladı. Aldığı ikramiye ile, ne yapsam, onumu bunumu derken, babasından geçmiş herhalde bu sevgi, Erenköy de kırtasiye dükkanı açtı. Çoluk çocuk Çelebi amca diye geldikçe sevinirdi. Çocuklar gelip istedikleri şeyleri, parası yetmeyene de verdi, paramı sonra verecem diyene de verdi. Bunlar hafifti. Sait ağabeyimin bir arkadaşı radyo, dikiş makinası, ütü satıyordu. Babama da getirip dükkana koydu.Taksitle satmaya başlayınca kapışıldı. Sonra topla toplayabilirsen. Babama eğlence olacağına üzüntü oldu. Dükkanda birde ne yapıyorduk, şimdi onu anlatınca gençler yine şaşıracak. Hanımların giydiği ipek çoraplar kaçınca çekilirdi. Bizde makinesini aldık, birde tanıdık genç kız oturdu, çorap çekiyordu. İpek çoraplar pek kıymetli, ve pahalıydı. Kaçınca ne yapılacak, çaresine bakılacak. İlmekler tek tek tutulup çekilecek.

Dükkanda hemen İstasyonda. Bende çok zaman babama yardıma giderdim. Benim arkadaşta işten dönüşte adresim belli, trenden inince koşarak gelirdi. Beni burada görememişse gece ıslıkla serenat yaparak geçerdi sokaktan. Çok güzel çalardı ıslığı, pencereden çıkıp görünmeden gitmezdi. O sokakta oturan genç kızlarda kendilerine alınırlarmış. Günler böyle geçiyordu.


Beni istemeye gelecekler, ama annesi herhalde oğluna daha başka gelin adayı düşünüyor ki biraz nazlanıyor. Oğlunu benden vazgeçirmeye çalışıyor. 1951 senesinde tanıştık , 1952 senesinde nişanlandık. Nişanı bizim evde yaptık. Evimiz tek katlı bahçeli idi . Ağustos ayı evde bahçede her kez gönlünce istediği yerde oturdu. Ben tuvalet giydim. Tuvaleti mide kendim diktim. O senelerde güzel kumaş bulmak zordu. Bize dışarıdan gelmişti üstü çiçekli bir dantel. Bayağı güzel olmuştu kıyafetim. Düğün gibi bir nişan oldu. Benim ve onun arkadaşları. Neşeli gençler. Danslar edip büyükleri eğlendirdiler. Çok samimi oldu. Salonda bir düğün bu kadar güzel ve eğlenceli olamazdı.

Pazar günleri gezmelerimize devam, yazın deniz, geceleri bahçe sineması. Erenköy de bir arkadaşının bahçesinde voleybol sahası vardı, ekseriya bütün arkadaşları orada toplanır, voleybol oynanırdı, seyircileri de çok olurdu. Oyundan sonra, herkes bisikletine atladı mı, denizde alırdık soluğu. Arkadaşları ile birlikte oyunlar, Ada gezmeleri, kotra gezileri çok güzel geziyor eyleniyorduk. Bir çokta düğünler olurdu. Bizim zamanımızın dansları en çok tango ve vals dı. Bizde o kadar güzel uymuştuk ki, danslarımız adeta numara gibi olurdu çok beğenilirdi. Güzel geçiyordu günler.