Sait ağabeyimler Pangaltıda oturuyorlardı,
Caddebostan’a taşındılar. Celal ağabeyimler
Kadıköyde, ablamlarda Suadiyede oturuyorlardı.
Pazar günleri her hafta birimizde toplanıp,
oyunlar oynuyor, konuşa gülüşe güzel vakit
geçiriyorduk. Bu Pazar toplantılarını arada
bir annemlerde de yapıyorduk. Annemde babamda çok sevinirlerdi.
Bütün çocukları etraflarında, ne kadar mutlu oluyorlardı. Annem bize ne güzel yemekler hazırlardı. Hepimizin sevdiği yemekleri bilir yapardı. Kış ortasında bizi şaşırtmak için sonbaharda kendince bir çalışmalar yaparak domatesleri saklar bize domates salatası yapardı. Hem de mis gibi kokan domateslerden. Bizde domatesi görünce aman ne kadar sevinirdik. Şimdi domatesi görünce kim seviniyor. Çünkü özlemiyoruz ki sevinelim. Her an elimizde dolabımızda. Ama eskisi gibi mis gibi kokanı nerede. Evet eskiden bizim öyle her yiyeceğimiz, her mevsimde bulunmazdı. Bu yüzden kızımda sevdiği bir meyveyi görünce, anne bu çıktımı diye sorardı. Çıktı dersem sevinirdi. Ne güzel günlermiş o günler. Şimdi ne girdiği belli ne çıktığı. Girdi kızımın sözü, meyve veya bir sebze, mevsimi geçtiği zaman, kızım girdimi diye sorardı. Çünkü kışın o meyveyi görmezdik artık.
Caddebostan’a taşındılar. Celal ağabeyimler
Kadıköyde, ablamlarda Suadiyede oturuyorlardı.
Pazar günleri her hafta birimizde toplanıp,
oyunlar oynuyor, konuşa gülüşe güzel vakit
geçiriyorduk. Bu Pazar toplantılarını arada
bir annemlerde de yapıyorduk. Annemde babamda çok sevinirlerdi.
Bütün çocukları etraflarında, ne kadar mutlu oluyorlardı. Annem bize ne güzel yemekler hazırlardı. Hepimizin sevdiği yemekleri bilir yapardı. Kış ortasında bizi şaşırtmak için sonbaharda kendince bir çalışmalar yaparak domatesleri saklar bize domates salatası yapardı. Hem de mis gibi kokan domateslerden. Bizde domatesi görünce aman ne kadar sevinirdik. Şimdi domatesi görünce kim seviniyor. Çünkü özlemiyoruz ki sevinelim. Her an elimizde dolabımızda. Ama eskisi gibi mis gibi kokanı nerede. Evet eskiden bizim öyle her yiyeceğimiz, her mevsimde bulunmazdı. Bu yüzden kızımda sevdiği bir meyveyi görünce, anne bu çıktımı diye sorardı. Çıktı dersem sevinirdi. Ne güzel günlermiş o günler. Şimdi ne girdiği belli ne çıktığı. Girdi kızımın sözü, meyve veya bir sebze, mevsimi geçtiği zaman, kızım girdimi diye sorardı. Çünkü kışın o meyveyi görmezdik artık.
Bizim zamanımızda hanımlar pek çalışmazdı. Çeşitli ev işleri yanında, böyle kışın olmayan meyvelerden reçeller yapılır, sebzeler kurutulur veya turşular kurulurdu. Birde evlerin kilerleri olur, orada raflarda saklanırdı. Kışın gelen misafirine böyle sebzelerden yemek ikram etmek çok hoşa giderdi. Çocuklarda sevdiği meyvenin reçelini çıkarıp sevindirilirdi. Hanımlar birde o senelerde, çocuk yuvaları olmadığından çocuklarına kendileri bakardı. Bende madem evde oturuyorum, yün örmesini de seviyorum, yün makinası alıp örgüler öreyim dedim. Çok güzel şeyler yapmaya başladım. Yaptığım ceketler bluzlar çok beğenildi, en lüks mağazalarda satılmaya başladı. Birde komşum vardı oda böyle işlere hevesli ve becerikli idi, bana yardımcı oluyordu. Yaptığımız işleri en güzel vitrinlerde gördükçe daha çok heveslenir, daha güzel şeyler yapmaya çalışırdık. Ablam da, yengem de çok güzel dikişler diker, örgüler örerlerdi , bazı günlerde bize gelirler, birlikte hem çalışır hem güler, güzel bir gün geçirirdik. Yengem çok neşeli idi, bizi hep güldürürdü.
Celal ağabeyim Kara Yollarında mühendis olarak çalışıyordu. Konya ya tayin oldu. Onların gidişine çok üzüldük, ne kadar mutlu idik beraberken. Hep beraber ne güzel vakit geçiriyorduk.
Konya da bir sene kadar kaldılar.
Sonrada Ankara ya tayin oldular.
Orada da bir kızları oldu.
Onun bebekliğini görüp sevemedik.
Ağabeyim Ankara Kara Yollarında çalışırken kullandıkları bir makina varmış, hep bozulurmuş,
onlarda İsviçre den aldıkları bu makinanın yenisini ister dururlarmış. Ağabeyim bakmış bu makinanın derdi nedir, niye bozulur ki diye. Araştırmış bulmuş derdini ve tamir etmiş, yenisini de almaya lüzum kalmamış. Böylece günler geçiyor, İsviçre bakıyor ki Türkiye den sipariş gelmiyor. Bir gün, Kara Yollarına bir mektup geliyor. Siz eskiden bizden şu makinayı alırdınız, artık almıyorsunuz. Niye acaba, neden almıyorsunuz, diye soruyor. Kara Yoları da cevap veriyor. Bir mühendisimiz tamir ediyor, onun için lüzum kalmadı. 8 veya 10 gün sonra bir bakıyorlar İsviçre den 2 kişi geliyor. Sizin bu mühendisinizle tanışmak istiyoruz, onu İsviçre ye davet ediyoruz. Bu şekilde İsviçre ye davet ediliyor ve gidiyorlar.
İyice uzak düştük ama onlar iyi olsunlar da. Celal ağabeyim hakikaten, çok güzel buluşları olan bir insandı. Her zaman büyük, küçük bir buluşları olmuştur. Aklını hep çalıştırır bir şeyler icat edip herkesi şaşırtmayı pek severdi. Daha radyonun ilk çıktığı senelerde, tek tük evde varken, ağabeyim kendi buluşu ve çabası ile kulaklıklı radyo yapmıştı. Bizi ne kadar şaşırtmıştı. Birde Beylerbeyinde yalıda otururken, yandan çarklı vapurlardan görüp, yandan çarklı kano yapmıştı . Herkez ne kadar beğenmişti. Bir örneği yoktu o kanonun. Yengemde çok becerikli idi, her zaman oda bir işler yaptı. Yengem İsviçre’deyken ben çok marifetli bir dikiş makinesi aldım kendime. Çok memnundum, yengeme de tavsiye ettim oda aldı. Orada bile ne işler yapmış. Tekrar Ankara ya dönüşte de hep çalıştı. Mektuplaşırdık birbirimize yaptığımız işleri anlatırdık.Agabeyim emekli olunca tekrar İstanbula döndüler. Kadıköyde oturdular.
Dönüşlerine ne kadar sevinmiştik. Yine kardeşler bir arada olmuştuk.
Eski senelerdeki gibi pazar toplantılarımıza devam ettik. Bu toplantılarımıza akrabalarda gelirdi. güle eylene çok güzel vakit geçirirdik. Uzun seneler böyle devam etti ama,
Celal ağabeyler bu seferde Marmarise gittiler. Yine ayrılık.