4. Beylerbeyi 1938, 1940 lı yıllar

Beylerbeyi ilk okulu 4. sınıf. Müeyyet hocanın gözlügü var diye
bende gözüme boya ile gözlük yapmışım..
Yaz eğlenceleri bitince okullarımız açılacak diye sevinirdik. Özlerdik okulumuzu, arkadaşlarımızı. Çocukken pek ayları saymazdık. Bahçemizdeki meyvalarla bilirdik, sonbahar geldi okullar açılacak diye. İncir, ceviz sonra ayva.

Beylerbeyinde tek bir okul vardı. Sarayın hemen yanında, deniz kenarın da idi. Yürüyerek giderdik. Hiçbir servisle gelen yoktu okula. Zaten servis yapacak araba yoktu ki. Şimdiki gibi kaçırma olayı olmadığından, okulumuza civardaki arkadaşlar ile güle oynaya giderdik. Okulumuz tek tedrisattı. Sabah 3 öğleden sonra 2 ders yapardık. Ara teneffüsleri 15 dakika, Öğlen 1,5 saat.  Doya doya oyun saatlerimiz vardı. Aramızda hiç kavga dövüş olduğunu bilmiyorum. Oyunlarda uyumlu derslerimizde saygılı idik. Öğretmenimizi sever sayardık.

Bizim zamanımızda anaokulları yoktu. Herkes aynı şartlarda başlardı okula. Bizim okula gittiğimiz gün sayısı daha çoktu.. Tatil günleri azdı. Yarıyıl sömestri tatili yoktu. Cumartesileri bile yarım gün giderdik okula. 3 karne alırdık. 2 zayıf alan ikmale kalır daha fazla zayıf alan sınıfta kalırdı. Bir dersi iyice öğrenmeden sınıf geçme yoktu. Sevilen bir talebe idim, arkadaşlarımda öğretmenimde severdi. Uslu ve çalışkandım. Zayıf degil orta bile almazdım. Aslında sade ben değil her talebe uslu ve çalışkandı. Erkek çocukların bile kavga dövüş ettigini hiç hatırlamam.

1936 veya 37 seneleriydi radyo ile tanıştık. Sevgili komşularımızda gördük ilk defa. Geceleri onlara gittikçe radyo haberlerini dinlerdik. Sonra müzik yayınları olurdu.O zamanlar sadece bir kanal vardı. Elimizde kumanda yoktu. Ne olursa onu dinlerdik. Daha sonraları radyo tyatrosu başladı onuda ne kadar severdik. Bu ara benim Celal ağabeyim yine bir buluş yaptı. Daha kimsede yokken, kulaklıklı radyo icat etti. Eski evlerin yatak odalarında, yüklük denen dolaplar vardı, Küçük bir oda kadar olurdu. Ağabeyim orayı kendine çalışma odası yapmıştı. Elektrik kordonları ile doluydu, onun odasına girmeye korkardık. Bir gün baktık kulağında radyo dinliyor. Yaparken hiç göstermedi, bize sürpriz yaptı. Ne kadar şaşırmıştık. İnsanları şaşırtmayı pek severdi. Orada hem dinler hem çalışırdı, çok istersek bize de dinletirdi. O seneler babamda aldı radyo. Ama kış geceleri bir oda da soba yanardı, tam biz ders çalışırken, Saat 8:30 -  9 arası, Nurettin Artan ajans haberi verirdi, o yüzden ders girmezdi aklıma, canım sıkılırdı ona.
Nedim bey amca kucagında oglu Dogan Yüzak
Çok gecelerde annemle babam sevğili dostlarımıza giderlerdi. Bir gün bebekleri olacağını öğrendik çok sevindik, çünkü bebekleri olsun çok istiyorlardı. Bir oğulları oldu aman ne kadar sevindik. Hele ben deli oldum bu bebeği sevecem diye. Dadısı benim arkadaşımdı. Her an onunla oynuyorduk, oda beni çok severdi. . Bir gün anneler bizi gezmeye çıkardı bebeğin arabasını ben yürütüyordum elimden kaçırdım ve araba ters döndü. Aman Allah'ım bebeğe bir şey olacak diye o kadar çok korkmuştum ki o anı hiç unutamadım. Birde yanımızda ki yalı yandığında öyle çok korkmuştum.

O senelerden, hiç unutamadığım bir anımda şöyle.1938 senesi. Bitişiğimizdeki yalıda bir arkadaşım vardı, Sevim Atasev, babası Atatürk ün özel kâtibi İdi. Atatürk’le birlikte Dolmabahçe sarayında kalıyordu. Arada kızını da götürüyordu. Bir gün kızıyla birlikte beni de götürdü. Atatürk üde görürürüm diye o günkü sevincimi unutamam. Sarayda evimiz gibi gezdik, dolaştık, merdivenlerde inip çıkıp bahçede oynadık eylerdik. Yalnız Atamız o gün
Arkadaşım Sevim Atasev.ile birlikte.
rahatsızmış, onu göremediğime ne kadar üzülmüştüm. Memduh Bey Amca yine getiririm sizi dediyse de sonraki günler gidemedik Atamızın rahatsızlığı da artmıştı.10 Kasım 1938 günü Atamızı kaybettik. Milletce ağladık. Okul olarak saraya giderek Atamızın kalafatı önünden saygı geçidi yaptık. Hepimiz ağlıyorduk. Cenaze merasimi de unutulacak gibi değildi. Dolma bahçeden Saray burnuna kadar bütün yolların kalabalığı, o yol üzerindeki evlerin, apartmanların, iş yerlerinin pencereleri nasıl doluydu.  Damlar ve yoldaki ağaçlar, böyle bir görünüm olamaz dı. Bizde, babamın dairesi o yol üstünde idi penceresinden takip etmiştik. Cenazenin ihtişamı. Bütün milletlerden gelen delegeler. Her kez siyahlar giymiş. Cenaze marşı ile cenazenin geçidi çok muhteşem ve üzücü idi. Şimdi yazarken bile hala içim ürperiyor. Gözlerim yaşarıyor.

Çok birbirimize bağlı bir aile idik, dört kardeş birbirimizi sever dik, hiç kavga ettigimizi bilmem. Merasim günü ablam, Numune hastanesinde apandisit ameliyatından yatıyor. O hasta aramızda yok diye üzülmüştüm. Hep Celal ağabeyim den bahis ettim birde ablamı anlatayım. Ablam sanat okuluna gidiyordu çok güzel işler yapıyor dikişler dikiyordu. Banada o sıralar sinemalarda çok severek seyrettiğimiz, çocuk artist shirley in elbiselerinden dikerdi.
Dört KardeşSait Agabey Ablam Celal Agabey.
Bende ablamdan öğrendiğim kadar bebeğime elbiseler dikerdim. Hatta kloş etek biçmeyi bile öğrenmiştim, annemin arkadaşı kızına etek dikeceği zaman, kloş biçmesi için ablama gelmişti oda evde yoktu. Boyum masaya ancak yetiyordu, ben biçerim deyip pek güzel biçmiştim.
Ablam bana çok sevdigimiz shirley in elbiselerinden dikerdi.
Bakın demin bebeklerim demedim bebeğim dedim çünkü bizim o zamanlar bir bebeğimiz olurdu. Mikadan, kırmızı mayolu bir bebek. Birde bez bebekler olurdu, veya büyüklerimizin dikip içine pamuk doldurduğu bebekler. Öyle çeşit çeşit bebekler yoktu ki. Biz onlara tahtalardan karyola yapardık, yatak yorgan hep kendimiz uydururduk. Şişe kapaklarından tabaklar, daha neler yaratırdık. Hele bir yaz babam kışın kırıp yakarız diye büyücek tahtalar almıştı, bahçede duruyordu. Ben onlardan bir arkadaşıma birde kendime, biraz başımızı egip gireceğimiz gibi evler yapmıştım. Ne de güzel sağlam yapmışım. Bir vakit evcilik oynadık. Bize o seneler öyle oyuncak alınmazdı, zaten yoktu ki. Her istediğimizi kendimiz yaratırdık. Onun için her şeyimiz var sayılırdı, ne istersek onu bir şekilde uydururduk.

O senelerde unutamadığım bir anımda şöyle.4 üncü sınıftan 5 e geçmiştim. Annemin bir komşusu yine yalıda oturan bir hanım, ama onların yalısı şöyle böyle değil, belki kırk odalı bir yalı. Meşhur bir yalı. Hami Bey Yalısı, onlara gittikçe hanım bana sorardı ilerde
Hami Bey yalısı 
ne olacaksın derdi, bende öğretmen olacağım derdim. Yine bir gün bana sordu hani sen öğretmen olacağım diyordun, hemen olmak istermisin? Şaşırdım. Ne demekti acaba bu. Sonra anlattı. Kendileri köyden bir kız almışlar 9 yaşında hiç okula gitmemiş. Şimdi okula gitse birinci sınıftan başlayacak, sen okuma öğretirsen belki imtihan olur üst sınıfa geçer. Bu teklif çok hoşuma gitti. Hemen derse başladık. Çalışkan bir talebe idi, ne ders versem çok güzel yapıyordu. Beni bahçe kapılarından karşılıyor, geçiriyor, Bende kendimi sahiden öğretmen sanıyordum. Böyle bir yalıya gidip saygı görmek hoşuma gidiyordu. Bu yaşta öğretmen oldum nasıl sevinmem. Böylece bütün yaz ona muayyen günlerde gidip okumayı, hesap yapmayı, çarpımları öyle güzel öğretmişim ki. İmtihan ile 3 üncü sınıfa kaydını yapmışlar. Böylece güzel bir hediye kazandım. Ama hediyede gözüm yoktu, talebem sınıf atlamıştı , hem de bir yazda 2 sınıf birden. Bana en büyük hediye oydu. Bu yaşta öğretmen olmuştum daha ne isterdim. Verdikleri antika bir iğne idi. İlerde bizi hatırlarsın demişlerdi, nasıl unuturum ilk öğretmenliğimi.