12. Sanatoryum Hayatı

Validebag  Sanatoryumu sanırım  bugün  ki  öğretmen  hastanesinin oldugu  yerde. Ama  o  zaman  oraları nasıldı  tahmin  edemezsiniz. Sadece ağaçlık, oraya  hiçbir  vasıta  yoktu, ancak  ya  taksi  yâda  yürümeniz  lazım. Yürürken  yüksek  duvarlı  bahçeler  içinde birkaç  köşk  görürdünüz. Sanatoryuma geldiğinizde  ilk başta, ağaçlar arasında  kocaman  eski  ahşap  bir köşk, orası Prevantoryum olarak kullanılıyordu.
Daha  içerlere girince, Sanatoryum  binası. Kagir bina,  güneye  bakan  odalar. Hepsi  8 er kişilik. Odaların  önü, binanın  boyunca  geniş bir teras.  Orada herkeze  ait kür yatakları. Gece haricinde yaz, kış, kar, yağmur  demeden orada  yatıyorsun. O  zamanın  temiz havasın da, kür yatağın da istirahat ediyorsun. İşte  veremin tedavisi  buydu.

Ayrıca bana yapılan  tedavi, iğne  ile  ciğere  hava  vermek, o  bir şans  dı. Bu şansı yakalayanlar burada  iki  tedavi  birden  oluyordu. Böyle  bir sanatoryuma  yatınca  6  ay kalırdın. Ama  buradaki arkadaşlıklar  okadar  güzel  olurdu ki. 6 ayın nasıl  geçtiğini  anlamazdın. Odamızdaki  8 arkadaş  hepsi 3 aşagı 5 yukarı  aynı  yaşlardayız. Aynı  hastalıktan  yatıyoruz. Yalnız  tuhaf  bir şey, burada hiçbir hastalık  konusu olmazdı. Hastalığımızı  unuturduk. Burası  adeta ders olmayan  leyli  okula benziyordu.

Yalnız  hepimiz  kitap meraklısı  idik. Kitaplar  dolaşırdı  elden ele. Aramızda  çok  güzel  dostluklar  olurdu, hayat  hikâyeleri, fıkralar anlatılır, sesi güzel  bir arkadaş la birlikte  şarkılar söylenirdi. Burası  Sanatoryom  olamaz.
Demek ki  burada sade temiz  havada  istirahat değil. Bir de moral  oluyordu bize. Komşumuzdaki  sevgili arkadaşı  bile  unutmuştum  burada. Sabahları  kalkınca  biraz  öksürük  faslı, hastalığın arkadaşı  idi  bu  öksürük. Kahvaltı, sonra  biraz  dönüp  dolaştık mı  kür yataklarımıza  yatardık.  Kür  yatakları, bugünün  güneşlenme  şejlongundan  biraz  daha  geniş, rahat  bir yatak. Kışın  yağmurda  karda, hep yatardık  burada. Üşümeyelim diye  sıkıca  sarınırdık.  Uçuşan kar tanelerini  seyretmekte  bir  zevkti. Açık havada, mavi  gökyüzünde  pamuk  gibi dolaşan  bulutları,  şekillere benzetirdik. O zamanın  gök yüzünün  mavisi  bir  başka  mavi  idi, bulutlar  da adeta  pamuktu. Güzel havalarda bahçemizde çok güzeldi, çıkar eglenirdik.
Her şeyden  zevk  almayı  öğrenmiştik. Çok  soğuk   olmadıkça, elimizi  kolumuzu dışarı  çıkarıp  kitap  tutabildiğimiz  müddetçe,  kitap  üzel havalardaokurduk. Biz  burada istirahat  ederken doktorlarımız  dolaşır, hatırımızı sorarlar. Tedavi  günü  olana hatırlatırlardı. Öğlen  yemeğinden  sonra  tekrar  kür  yataklarındayız, öglen  uyku  saatimiz. Beş  çayından  sonra  serbest saatimiz. Ama  okadar  yatmaya  alışmışız ki, oturmamız  bile  yatakların  içinde  olurdu. Demek  hastalıgımızdan  dolayı yatmak  hoşumuza  gidiyormuş  bizim.

 Böylece  beş ay  bitti, bir gün  bana  bir mektup  geldi. Ama  ne  mektuptu  o. Hiç  aklıma  gelmezdi böyle  bir mektup. Şaşırıp  kalmıştım, kaç kere  okudum bilemem. Arkadaşlarım  şüphelendiler, kimden  diye sordular, alın  okuyun dedim. Onlarda  birkaç  kere  okudular  ve  odada ki  yedi  arkadaş  hepsi  birden benim  sevgili  komşuma  aşık oldular. Şimdi  bu  mektuba  cevap  vermek nasıl zor. Beni  bayağı  uğraştırdı  ama, güzel  bir cevap  oldu.

Altı  ay  oldu, artık eve dönme zamanı, ama  buradaki arkadaşlardan ayrılmak hiçte  kolay  olmayacak. Adresler  alınıyor. Telefon  yoktu  tabii ancak mektup  yazacagız. Verem  hastalığı  madem  uzun  seneler bizimle  olacak, öyleyse  daha  çok seneler  biz  böyle  sanatoryumlarda  yatacağız. Belki  bir  gün  yine  başka sanatoryumda buluşacağız. Vedalaşıyoruz, hepimizde  aynı  verem  hastasıyız  ama  yinede o kadar alışmışınki  kimseyle  öpüşmek  yok.
Köşkün bahçesinde.


Eve  döndüğüm  günler artık  bahardı. Bahçemiz  pek  güzelleşmişti. Ağaçlar çiçek açmış. Erenköyünün  meşhur salkım  sögütleri, leylaklar, kapılara tırmanan güller her şey pek güzeldi. Bahçemizi  özlemişim. Sık sık ziyaretime geliyorlardı  ama, annemi  babamı ablamı da çok özlemişim. Eve  gelmek güzeldi. Evdeki arkadaşları, sevgili  komşumuzu da  özlemişim. Kim  bilir bana tavsiye  edeceği  ne kadar  kitap  birikmiştir. Sanki  o mektupları  yazan  biz değiliz. Aramızda  yine aynı arkadaş  havası. Bana  bir sürprizi varmış. Neymiş o acaba  meraktayım. Kütüphanesini  gösterdi. Aman  tanrım  ne olmuş  öyle. Bütün  kitaplar  ciltlenmiş. O kadar  güzel görünüyordu ki..
Daha  evvelce  öğrendiği  bu cilt işini tekrar  ele almış. Bunu  biraz beni şaşırtmak  için  yaptığı  belli. Hakikaten  bende  çok  şaşırdım  ve  beğendim. Kendininkileri ciltleyip, iyice  tecrübeli  olunca, bir  kütüphaneden  teklif bile  almış. Oturduğu  yerde  yavaş  yavaş  çalışmak çok  zevkli  gelmiş.
Başka  bir  havadiste, yalnız  onu  anlatırken  biraz üzülüyordu. Ev  artık  onlara küçük   gelmeye  başlamış. Başka  eve  taşınacaklarmış. Yine aynı  sokakta  ama, aynı bahçede  gibi  olurmu.

Eve  döndükten  sonra, bende  kendime  oyalanacak  bir  şey  aramaya başladım. O zamanlar  radyoda  dinlediğim bir  fon müziği  vardı. Bonita, havain kitarı ile çalınıyordu. Bende  tamam  dedim  havain  gitar  ögrenecem. Gitar alındı. Aldıgımız  yerden  rica  ettik, hocasını da  buldular. Ders  almaya  başladım. Çok  seviyordum  çalmayı. Bu   sıralar Celal ağabeyimde  gelmişti, oda  akordeon öğrenmiş,  daha  heveslendik, beraber  çalacağımız  parçaları  çalışıyorduk.