Validebag
Sanatoryumu sanırım bugün ki öğretmen hastanesinin oldugu yerde.
Ama o zaman oraları nasıldı tahmin edemezsiniz. Sadece ağaçlık,
oraya hiçbir vasıta yoktu, ancak ya taksi yâda yürümeniz lazım.
Yürürken yüksek duvarlı bahçeler içinde birkaç köşk görürdünüz.
Sanatoryuma geldiğinizde ilk başta, ağaçlar arasında kocaman eski
ahşap bir köşk, orası Prevantoryum olarak kullanılıyordu.
Daha
içerlere girince, Sanatoryum binası. Kagir bina, güneye bakan
odalar. Hepsi 8 er kişilik. Odaların önü, binanın boyunca geniş bir
teras. Orada herkeze ait kür yatakları. Gece haricinde yaz, kış, kar,
yağmur demeden orada yatıyorsun. O zamanın temiz havasın da, kür
yatağın da istirahat ediyorsun. İşte veremin tedavisi buydu.
Ayrıca bana yapılan tedavi, iğne ile ciğere hava vermek, o bir şans dı. Bu şansı yakalayanlar burada iki tedavi birden oluyordu. Böyle bir sanatoryuma yatınca 6 ay kalırdın. Ama buradaki arkadaşlıklar okadar güzel olurdu ki. 6 ayın nasıl geçtiğini anlamazdın. Odamızdaki 8 arkadaş hepsi 3 aşagı 5 yukarı aynı yaşlardayız. Aynı hastalıktan yatıyoruz. Yalnız tuhaf bir şey, burada hiçbir hastalık konusu olmazdı. Hastalığımızı unuturduk. Burası adeta ders olmayan leyli okula benziyordu.
Yalnız hepimiz kitap meraklısı idik. Kitaplar dolaşırdı elden ele. Aramızda çok güzel dostluklar olurdu, hayat hikâyeleri, fıkralar anlatılır, sesi güzel bir arkadaş la birlikte şarkılar söylenirdi. Burası Sanatoryom olamaz.
Demek ki burada sade temiz havada istirahat değil. Bir de moral oluyordu bize. Komşumuzdaki sevgili arkadaşı bile unutmuştum burada. Sabahları kalkınca biraz öksürük faslı, hastalığın arkadaşı idi bu öksürük. Kahvaltı, sonra biraz dönüp dolaştık mı kür yataklarımıza yatardık. Kür yatakları, bugünün güneşlenme şejlongundan biraz daha geniş, rahat bir yatak. Kışın yağmurda karda, hep yatardık burada. Üşümeyelim diye sıkıca sarınırdık. Uçuşan kar tanelerini seyretmekte bir zevkti. Açık havada, mavi gökyüzünde pamuk gibi dolaşan bulutları, şekillere benzetirdik. O zamanın gök yüzünün mavisi bir başka mavi idi, bulutlar da adeta pamuktu. Güzel havalarda bahçemizde çok güzeldi, çıkar eglenirdik.
Her şeyden zevk almayı öğrenmiştik. Çok soğuk olmadıkça, elimizi kolumuzu dışarı çıkarıp kitap tutabildiğimiz müddetçe, kitap üzel havalardaokurduk. Biz burada istirahat ederken doktorlarımız dolaşır, hatırımızı sorarlar. Tedavi günü olana hatırlatırlardı. Öğlen yemeğinden sonra tekrar kür yataklarındayız, öglen uyku saatimiz. Beş çayından sonra serbest saatimiz. Ama okadar yatmaya alışmışız ki, oturmamız bile yatakların içinde olurdu. Demek hastalıgımızdan dolayı yatmak hoşumuza gidiyormuş bizim.
Böylece beş ay bitti, bir gün bana bir mektup geldi. Ama ne mektuptu o. Hiç aklıma gelmezdi böyle bir mektup. Şaşırıp kalmıştım, kaç kere okudum bilemem. Arkadaşlarım şüphelendiler, kimden diye sordular, alın okuyun dedim. Onlarda birkaç kere okudular ve odada ki yedi arkadaş hepsi birden benim sevgili komşuma aşık oldular. Şimdi bu mektuba cevap vermek nasıl zor. Beni bayağı uğraştırdı ama, güzel bir cevap oldu.
Altı ay oldu, artık eve dönme zamanı, ama buradaki arkadaşlardan ayrılmak hiçte kolay olmayacak. Adresler alınıyor. Telefon yoktu tabii ancak mektup yazacagız. Verem hastalığı madem uzun seneler bizimle olacak, öyleyse daha çok seneler biz böyle sanatoryumlarda yatacağız. Belki bir gün yine başka sanatoryumda buluşacağız. Vedalaşıyoruz, hepimizde aynı verem hastasıyız ama yinede o kadar alışmışınki kimseyle öpüşmek yok.
Eve döndüğüm günler artık bahardı. Bahçemiz pek güzelleşmişti. Ağaçlar çiçek açmış. Erenköyünün meşhur salkım sögütleri, leylaklar, kapılara tırmanan güller her şey pek güzeldi. Bahçemizi özlemişim. Sık sık ziyaretime geliyorlardı ama, annemi babamı ablamı da çok özlemişim. Eve gelmek güzeldi. Evdeki arkadaşları, sevgili komşumuzu da özlemişim. Kim bilir bana tavsiye edeceği ne kadar kitap birikmiştir. Sanki o mektupları yazan biz değiliz. Aramızda yine aynı arkadaş havası. Bana bir sürprizi varmış. Neymiş o acaba meraktayım. Kütüphanesini gösterdi. Aman tanrım ne olmuş öyle. Bütün kitaplar ciltlenmiş. O kadar güzel görünüyordu ki..
Daha evvelce öğrendiği bu cilt işini tekrar ele almış. Bunu biraz beni şaşırtmak için yaptığı belli. Hakikaten bende çok şaşırdım ve beğendim. Kendininkileri ciltleyip, iyice tecrübeli olunca, bir kütüphaneden teklif bile almış. Oturduğu yerde yavaş yavaş çalışmak çok zevkli gelmiş.
Başka bir havadiste, yalnız onu anlatırken biraz üzülüyordu. Ev artık onlara küçük gelmeye başlamış. Başka eve taşınacaklarmış. Yine aynı sokakta ama, aynı bahçede gibi olurmu.
Eve döndükten sonra, bende kendime oyalanacak bir şey aramaya başladım. O zamanlar radyoda dinlediğim bir fon müziği vardı. Bonita, havain kitarı ile çalınıyordu. Bende tamam dedim havain gitar ögrenecem. Gitar alındı. Aldıgımız yerden rica ettik, hocasını da buldular. Ders almaya başladım. Çok seviyordum çalmayı. Bu sıralar Celal ağabeyimde gelmişti, oda akordeon öğrenmiş, daha heveslendik, beraber çalacağımız parçaları çalışıyorduk.
Ayrıca bana yapılan tedavi, iğne ile ciğere hava vermek, o bir şans dı. Bu şansı yakalayanlar burada iki tedavi birden oluyordu. Böyle bir sanatoryuma yatınca 6 ay kalırdın. Ama buradaki arkadaşlıklar okadar güzel olurdu ki. 6 ayın nasıl geçtiğini anlamazdın. Odamızdaki 8 arkadaş hepsi 3 aşagı 5 yukarı aynı yaşlardayız. Aynı hastalıktan yatıyoruz. Yalnız tuhaf bir şey, burada hiçbir hastalık konusu olmazdı. Hastalığımızı unuturduk. Burası adeta ders olmayan leyli okula benziyordu.
Yalnız hepimiz kitap meraklısı idik. Kitaplar dolaşırdı elden ele. Aramızda çok güzel dostluklar olurdu, hayat hikâyeleri, fıkralar anlatılır, sesi güzel bir arkadaş la birlikte şarkılar söylenirdi. Burası Sanatoryom olamaz.
Demek ki burada sade temiz havada istirahat değil. Bir de moral oluyordu bize. Komşumuzdaki sevgili arkadaşı bile unutmuştum burada. Sabahları kalkınca biraz öksürük faslı, hastalığın arkadaşı idi bu öksürük. Kahvaltı, sonra biraz dönüp dolaştık mı kür yataklarımıza yatardık. Kür yatakları, bugünün güneşlenme şejlongundan biraz daha geniş, rahat bir yatak. Kışın yağmurda karda, hep yatardık burada. Üşümeyelim diye sıkıca sarınırdık. Uçuşan kar tanelerini seyretmekte bir zevkti. Açık havada, mavi gökyüzünde pamuk gibi dolaşan bulutları, şekillere benzetirdik. O zamanın gök yüzünün mavisi bir başka mavi idi, bulutlar da adeta pamuktu. Güzel havalarda bahçemizde çok güzeldi, çıkar eglenirdik.
Her şeyden zevk almayı öğrenmiştik. Çok soğuk olmadıkça, elimizi kolumuzu dışarı çıkarıp kitap tutabildiğimiz müddetçe, kitap üzel havalardaokurduk. Biz burada istirahat ederken doktorlarımız dolaşır, hatırımızı sorarlar. Tedavi günü olana hatırlatırlardı. Öğlen yemeğinden sonra tekrar kür yataklarındayız, öglen uyku saatimiz. Beş çayından sonra serbest saatimiz. Ama okadar yatmaya alışmışız ki, oturmamız bile yatakların içinde olurdu. Demek hastalıgımızdan dolayı yatmak hoşumuza gidiyormuş bizim.
Böylece beş ay bitti, bir gün bana bir mektup geldi. Ama ne mektuptu o. Hiç aklıma gelmezdi böyle bir mektup. Şaşırıp kalmıştım, kaç kere okudum bilemem. Arkadaşlarım şüphelendiler, kimden diye sordular, alın okuyun dedim. Onlarda birkaç kere okudular ve odada ki yedi arkadaş hepsi birden benim sevgili komşuma aşık oldular. Şimdi bu mektuba cevap vermek nasıl zor. Beni bayağı uğraştırdı ama, güzel bir cevap oldu.
Altı ay oldu, artık eve dönme zamanı, ama buradaki arkadaşlardan ayrılmak hiçte kolay olmayacak. Adresler alınıyor. Telefon yoktu tabii ancak mektup yazacagız. Verem hastalığı madem uzun seneler bizimle olacak, öyleyse daha çok seneler biz böyle sanatoryumlarda yatacağız. Belki bir gün yine başka sanatoryumda buluşacağız. Vedalaşıyoruz, hepimizde aynı verem hastasıyız ama yinede o kadar alışmışınki kimseyle öpüşmek yok.
Köşkün bahçesinde. |
Eve döndüğüm günler artık bahardı. Bahçemiz pek güzelleşmişti. Ağaçlar çiçek açmış. Erenköyünün meşhur salkım sögütleri, leylaklar, kapılara tırmanan güller her şey pek güzeldi. Bahçemizi özlemişim. Sık sık ziyaretime geliyorlardı ama, annemi babamı ablamı da çok özlemişim. Eve gelmek güzeldi. Evdeki arkadaşları, sevgili komşumuzu da özlemişim. Kim bilir bana tavsiye edeceği ne kadar kitap birikmiştir. Sanki o mektupları yazan biz değiliz. Aramızda yine aynı arkadaş havası. Bana bir sürprizi varmış. Neymiş o acaba meraktayım. Kütüphanesini gösterdi. Aman tanrım ne olmuş öyle. Bütün kitaplar ciltlenmiş. O kadar güzel görünüyordu ki..
Daha evvelce öğrendiği bu cilt işini tekrar ele almış. Bunu biraz beni şaşırtmak için yaptığı belli. Hakikaten bende çok şaşırdım ve beğendim. Kendininkileri ciltleyip, iyice tecrübeli olunca, bir kütüphaneden teklif bile almış. Oturduğu yerde yavaş yavaş çalışmak çok zevkli gelmiş.
Başka bir havadiste, yalnız onu anlatırken biraz üzülüyordu. Ev artık onlara küçük gelmeye başlamış. Başka eve taşınacaklarmış. Yine aynı sokakta ama, aynı bahçede gibi olurmu.
Eve döndükten sonra, bende kendime oyalanacak bir şey aramaya başladım. O zamanlar radyoda dinlediğim bir fon müziği vardı. Bonita, havain kitarı ile çalınıyordu. Bende tamam dedim havain gitar ögrenecem. Gitar alındı. Aldıgımız yerden rica ettik, hocasını da buldular. Ders almaya başladım. Çok seviyordum çalmayı. Bu sıralar Celal ağabeyimde gelmişti, oda akordeon öğrenmiş, daha heveslendik, beraber çalacağımız parçaları çalışıyorduk.