50. Madison’a Yolculuk

1991’in çok sıcak bir temmuz günü Serap nihayet Madison’daki yeni hayatına doğru yola çıkıyor. Arabası tamir oldu ama tıka basa dolu olduğu için zor yürüyor, hele yokuş tırmanırken iyice zorlanıyor. Hem araba ısınıyor, hem de Serap’ın sol kolu güneşten fena yanıyor. İlk gün fazla gidemeyip yol üstü bir otelde kalıyor. Ertesi gün yine güneş altında uzun bir yol. Tam aksam üstü Chicago’nun kötü trafiğine yakalanıyor. Madison’a varması gece oluyor. Kalacak otel arıyor, her sokağa girip çıkıyor, her yer dolu. Yorgunluktan ölecek, artık ne yaptığını bilemeden şehrin göbeğindeki yuvarlakta dönüp duruyor. Bir bakıyor arkasında polis, oda takip ediyor. Bir zamanda birlikte dönüp duruyorlar. Nihayet polis durdurup soruyor. Ne yaptığını biliyor musun? Serap’ın cevabı. Hayır, hiçbir fikrim yok ne yaptığımdan diyor. Polis gülüyor. Sarhoş sandı beni herhalde diyor. Bu sefer derdini anlatıyor. Yorgunluktan ölüyorum, otellerin hepsi dolu, kalacak yer bulmam lazım diyor. Bu sefer polis arıyor, nereye telefon etse, aynı cevabı alıyor. O zaman sen yine çevre yoluna çık, orada bulursun diyor. Öyle yapıyor ama saatte 12 oluyor. Halbuki o gece de, Serap’ın yeni grup arkadaşları kendisi için hoş geldin sofrası hazırlamış bekliyorlarmış (sene 1991, cep telefonu yoktu o senelerde).

Gelmeden ev aramaya başlamıştı. İlk geldiği anda nasıl otel yok dedilerse, ev ararken de aynı cevabı alıyor ev bulamıyor. Ama Newark’ta, ilk gelene kendi nasıl evini açtıysa, burada da öyle oluyor. Bir profesör evin anahtarlarını bırakıp gitmiş, bir ay birinin oturmasını istemiş evinde. Serap’ı da onun evinde yerleştirmişler. Buna çok seviniyor. Çünkü ev bulsa da, eve gerekli eşyası yok.

Ev işi hal olunca, yeni işine sarılıyor. Laboratuvarda bir telaş bir koşturmadır gidiyor. Çok fazla yetiştirilecek iş var. Zamana karşı savaşıyorlar. Antarktika ya gidecek gemiye aletlerin yüklenmesi lazım. Gece gündüz uyumadan çalışıp bitirmeye çalışıyorlar. Çünkü bitiremedikleri aletleri kendileri taşıyacaklar, hem de Güney Kutbuna kadar.

Gemi yola çıkınca biraz rahatlayıp, yeni geldiği şehri tanımaya, alışmaya çalışıyor. Burası göller bölgesi, her yerde küçük büyük göller. Şehir iki gölün arasında incecik bir kara parçası üstünde kurulmuş, çok şirin bir yer. Okulda bir göl kenarında. Kendine de okula çok yakın, göl kenarında bir yer buldu. Okulun yelken kulübü de hemen yanında. Bir çok aktiviteler, yelken yarışları da var. İlgisini çekiyor. Yelken kullanmayı öğreniyor. Az zaman sonra, yarışlara giriyor ve kazanıyor. Hem de birinci oluyor. Kendide şaşırıyor bu işe, 2. ve 3. olanlarda fizikçi arkadaşları. Demek fizik kuralları geçerli bu yelken yarışlarında.

Eğlence bir yana, işler tekrar hızlanıyor. Bu sefer Antarktika’ya gitme hazırlıkları başlıyor. Götürecekleri aletlerin yanında, birde kendilerinin çok sıkı bir sağlık muayenesinden geçmeleri lazımmış. Hem de inceden inceye baştan aşağı ne türlü muayene. Sayfalarla dolu bir dosya. İşin tuhafı sade kendinin değil, anne babanın da sağlık durumu soruluyor. Serap’ta bize soruyor. Sorular sorular.

Götüreceği aletler tamam, doktor muayenesi de bitince, birde Washington’a gitmek çıktı. Orada eğitim alması lazımmış. Antarktika’nın kurallarını öğrenecekmiş. Bütün giden araştırmacılar hepsi toplanıp son bir kere daha planlarını gözden geçireceklermiş. Ay’a veya başka bir gezegene gider gibi hazırlanıyorlar. Hiç bir şeyi unutmamaları lazım.

O orada bu işlerle uğraşırken, bizde burada meraklanıyoruz. Kızımız nereye gidiyor. Nasıl bir maceraya atılıyor. Ama o çok mutlu. Bu ne büyük bir şans, kendi bile inanamıyor. O güne kadar sadece 3000 kişi ayak basmış Güney Kutbuna. Serap’ta bunlardan biri olacak.

leytil@gmail.com