48. Amerika’da Doktora Yılları

Geçen yazımda kızımın Erenköy’den çocukluk arkadaşı ile Connecticut’da konferansa gittiklerini, sonrada tatil için Cape Cod’a doğru yola çıktıklarını yazmıştım. Senelerdir resimlerine bakıp bakıp hayran kaldığım, merak ettiğim o yerlere gidiyorum diye çok heyecanlanıyorum diye yazıyordu.

Gerisini onun mektubundan yazıyorum.

Konferans 3 te bitince yola çıkmıştık, iki saat sonra Cape Cod yarımadasına ulaştık. Yarımadanın en ince yerine kanal açmışlar, yarımada adaya dönüşmüş. Doğa aniden değişti. Ağaçlar değişti, bodur beyaz çam ormanları başladı. Yer yer bembeyaz kumlar çam ağaçların ayaklarına kadar geliyordu. Gerçekten Ölü Deniz’e benziyordu, ama burası dümdüz, denizle bir seviyede ince uzun geniş bir yol. Daha hırçın, daha el değmemiş bir güzellik var burada.

Hava kararıp bir şey göremeyince ilk gece yol üstünde bir otelde konakladık. Ertesi gün yine toparlanıp yola düzüldük. Artık milli kumsallar, parklar, korumaya alınmış alanlar başladı. Yol üstünde bir yerde durup denize girdik. Kumda yürüyüp resimler çektik, karnımız acıkınca aklimiz başımıza geldi yine düzüldük yola. Bu güzel doğanın içinde, yarımadanın en ucundaki ilginç kasabaya az kalmıştı, öğle yemeğine oraya ulaştık. Sonrada kalacak otel aramaya başladık. Öyle güzel bir yer bulduk ki inanamadık. Bir tepenin üstünde, deniz ayağının altında, harika bir yer. Havuzuda vardı. Biraz havuzda oynayıp, sonra yine akşam yemeği için kasabaya indik. Kasaba alem bir yer, daracık sokaklar, harika evler, tip tip insanlar. Sırf butik dolu ve çoğu şeyin üstünde Made in Turkey yazıyordu. Hoşumuza gitti güldük.

Cumartesi günü ciddi bir şekilde yarımadanın en ucuna kadar yürümeye kararlıydık. Yol üstünde durup, sandviç yapmak için alış veriş yaptık. Buzluğumuza da biramızı koyduk. Arabayla gidebileceğimiz en son noktaya kadar gidip park ettik. Oraya vardığımız da 11,30 du. Öyle bir yer ki, 6 kilometre uzun bir kum çıkıntısı. Bizim Koyun Adasının dilinin 6 km olduğunu düşünün. Oranın dilini sevdiğimiz için birde buranın dilini görelim dedik işte. Başladık yürümeye, yürü yürü bitmez. 3 defa mola verdik, denize girdik, tekrar devam ettik. Oturup öğlen yemeğimizi yedik. Elimizde biralar tekrar yürümeye başladık. Kumda da yürümek kolay değil. Etraf da hiç ama hiç kimse yok. Bir ara artık yürüyemeyecek hale gelip nerdeyse sonuna erişemeyecektik, sanki sonu yoktu, biz nereye gidiyorduk acaba.

Nihayet, saat 4 te en uca ulaştık. Orada öyle bir uyumuşuz ki sular yükselip üstümüze geldiğinde uyandık. Baktık hava bozmuş, kara kara bulutlar gelmeye başlamış. Hadi dönüş yolculuğu. Bu sefer başka yoldan döndük. Çam ormanlarının arasından geçtik. Geçtiğimiz yürüdüğümüz yerlerden de hep bitkiler topladık. Bir de çam çıkardık. Buradan hatıra. Saat 8 güneşin batışını seyrettik biralarımızı içtik. Denize batışı öyle güzeldi ki, orada kendimizi unuttuk. Hiç düşünemedik ki karanlık olunca, o çam ormanlarının arasında yolumuzu nasıl bulacaz. O koca yerde bizden başka kimse yok. Biraz korktuk ama nihayet park alanı göründü. Park bekçileri arabanın başında bekliyorlar. Biraz azar işittik bu kadar geç kaldığımız için. 10 dakika sonra helikopter yollayıp bizi aramaya çıkacaklarmış.

Ertesi gün bütün vücudumuz ağrıdı. Yinede oturmak yok yine başka yere gittik, denize girdik. Epiği bir yerini gördük, ama yinede çok görülecek yerleri kaldı. Hava şansımıza çok güzeldi. Gündüzleri 25 derece geceleri de 15 - 16 derece. Öyle özlemişim ki böyle normal havayı. Fakat Nilgün geceleri üşüdü. Hapşırmaya başladı. Pazartesi sabahı dönüş başladı. Burayı nasıl bırakacaz. Gözümüz arkada kala kala yola düzüldük. Yine hava harika idi.

Pek güzel bir yolculuk oldu. Yollarda her güzel yerde durarak öğle üstü evimize vardık. Nilgün de geldik artık biraz dinlenirim sanıyordu, ama oturmak yok gece 2 arkadaşın Longwood Gardens neden bahçede konseri vardı oraya gittik. İlk önce bahçeyi gezdik, yine Nilgün her gördüğümüz çiçekten kopardı. Konser 7 de başladı çok güzeldi. 9 da da ışıklı havuz gösterisi vardı, fakat Nilgün iyice hastalandı. Üstelik havuz gösterisi varken birde yağmur başladı. Şimdi ateşlendi yatıyor. Ben buraya dinlenmeye geldim beni hasta ettin diyip duruyor. Bu sıralarda benim hayatim pek hızlandı. İngiliz arkadaşlar, müzisyen ve faal gurupların aralarında o hızlı hayata ayak uydurmak kolay olmuyor.

Hocama konferans sonrası Cape Cod a gideceğimizi söylememiştim ama öyle yanmışım ki tabii anlayacak. Saçlarımı da papatya suyu ile sararttım pek güzel oldu. Nilgün hasta yatarken bende şimdi bütün birikmiş işlerimi yola koyacam.

Evet yaramaz kızımız hala yaramazlıklar peşinde.

leytil@gmail.com