64. Niagara Yolunda

2013 senesi tatilinden sonra yine dönelim 1993 senesi Amerika’da ki gezimize. Serap’ın yaşadığı Madison’a gitmiştik, oda şimdi bizi Niagara şelalelerine götürecek.

Televizyonlar kuzeyde ağaçların yapraklarının kızardığını söyleyince, Serap’ta tamam vakit geldi yarın yola çıkıyoruz dedi. Kızımız her şeyi planlamış, işlerini de ona göre ayarlamış. Yarın sabah çıkıyoruz yola. Yaramaz çocuklarını gezmeye götüren anne gibi, bize tembihler ediyor. Niagara soğuk olur, aman kalın şeyler de alın. Şunu unutmayalım bunu da alalım. Arabayı yükledik, düzüldük yola.

Gezimiz 10 gün sürecek, doğrudan doğruya Niagara’ya gitmiyoruz, birkaç yere de uğrayacağımız için yolumuz biraz uzayacak. İlk Washington’a gideceğiz, tabii yollarda kahve, yemek molaları vererek. Bir yerde de uyku molası. Burada araba kullananlar çok dikkatli, her bir kurala uyuyorlar, hız sınırını aşmıyorlar. Mecbur olmadıkça sollamadan rahat bir yolculuk yapıyorsun.Yolda arabalar hepsi aynı tempoda gidiyor, baktığında adeta yürümüyor akıyorlar. Etraf güzel, her yer temiz ve yeşil. Chicago ya geldik, ama trafiğe takılmamak için içine girmeden kaçıyoruz. Uzaktan yüksek binaları görüyoruz, ayrıca bir gün geleceğiz buraya. İllionis, İndiana, Ohio, Pennsylvania, sıra sıra eyaletlerden geçtik ve nihayet Pittsburgh’a geldik. Yağmur yağıncaya kadar çok keyifli gidiyorduk, yağmur biraz keyfimizi kaçırdı. Bir ara, hem de gece, o kadar şiddetli yağdı ki önümüzdeki arabayı göremez olduk. Bu durumda geceyi Pittsburgh’ta geçirmeye karar verdik.

Ertesi gün güneşli bir günde tekrar yola çıktık. Yine az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Dağları aştık derelerden geçtik. Güzel manzaralar gördükçe durup dinlendik. Serap ana yollar yerine hep ara yolları seviyor, buralarda daha değişik yerler gördük, ilginç restoranlarda yöresel yemekler yedik.


Güneş batarken Washington’da idik. Amerikan Kongre Binası'nın önünde, havuzun başında, bir çok resim çektik, dinlendik. Yemekten sonra yine buralarda dolaşırken Kongre Binası'nın tepesindeki dolunayı seyrettik.

Ertesi günü de Beyaz Saray'ın etrafında dolaşıp Smithsonian Hava ve Uzay müzesine girdik ama, oradan çıkamadık. Uzay’a giden kapsüllerin, füzelerin içini gezdik, ay taşına elimizi değdik. Yoruldukça rahat koltuklarda dinlenip yine gezdik. Yemekten sonrada müzenin içinde bir sinemaya girdik. Adnan sinemada ne işimiz var gitmeyelim diye tutturdu, ama sonra kendi de bayıldı. Bu sinema türüne IMAX deniyor. Bildiğimiz sinema perdesinden 10 kat büyüklüğünde, insanlar aynı insan büyüklüğünde, sanki hemen etrafımızdalar, hele o sesler, seyretmiyoruz, tamamen içinde yaşıyoruz. 2 belgesel birden izledik. Füzelerin atılışı, ilk aya ayak basılış, ilk balonla uçuş, fırtınalar, tayfunlar. Ormanda gezme, hayvanlarla karşılaşma, orman yangını, kuş sesleri. Aya ilk ayak basanın yanında idik. İlk balon uçarken, ilk füze atılırken bizde oradaydık. Ormanda yangının içinde olmak ne demek öğrendik. Acayip bir şeydi, bayıldık. Bütün günümüzü o müzede geçirdik. Müzeyi sevdik ama Washington’u sevmedik. Büyük şehirler yoruyor insanı. Araba ile gezsen de park yeri sorunu.





Ertesi sabah yola çıkıp Maryland’ın deniz kenarında Annapolis ’te öğle yemeğimizi yedik. Biraz dolaşıp, güzel evlerini seyredip yine yola koyulduk. Atlantik sahilinde bir sayfiye yeri olan Ocean City’e geldik. Kilometrelerce kumsal, 50 metre genişliğinde ipek gibi bir kum, ama okyanus olduğu için rüzgar ve çok dalgalı deniz. Girenler vardı ama biz üşüdük giremedik kumda yürüdük belimize kadar ıslandık. Buranın kumsal boyunca uzanan tahta yolu çok meşhur. Üstü restoran, bar, eğlence yerleri, ufak butik mağazalar ile dolu. Akşam üstü gruba karşı biralarımızı içip, ayın okyanustan çıkışını seyrettik. Sayfiye yeri gecesi de çok eğlenceli idi. Hediyelik mağazalarda bana da fikir verecek el sanatları, hediyelik süsler, pek çok şey gördüm.

Ama birde ev gördük ki, anlatılır gibi değil. Adam evinin üstüne eline ne geçtiyse çakmış. Her evin bir ardiyesi olur ya, oda evinin üstünü ardiye diye kullanmış. Eski radyosu evin üstünde çakılı, eski arabası evin tepesinde, kazma, kürek, merdiven neler yoktu ki evin üstünde çakılı olarak. Akla hayale gelmeyecek şeyler. Böylece antika bir ev olmuş, bütün mecmualarda resmi var. Etraftan bu evi görmeye geliyorlarmış. Ama sanatkar durmadan çakılı şeyleri değiştiriyormuş, her gelişlerinde değişik buluyorlarmış.

Yolculuğumuzun devamı bir dahaki yazımda.