59. İlk Amerika Yolculuğumuz Madison'a

Kızımız Amerika’ya gittiğinden beri hep bizi çağırıyordu. Bir türlü cesaret edemiyorduk. 1993 Eylül, nihayet karar verdik gidiyoruz. Serap'da bütün yaz çok çalişmişti, yine Güney Kutbundaki deneyleri için yeni aletlerin Ağustosda gemiye konması lazımdı. Bu işleri bitince biraz rahatladi, bizimle tatil yapmak istedi.

Bu gezi bizi epiği heyecanlandırıyordu, ama en çok korkacağımız şeyin Londra’da  uçak değiştirmek olduğunu bilmiyorduk. Yeşilköy’de pasaport işlemleri, kontroller, uçağa binmek her şey güzel  geçti. Yolculuğumuzda rahattı, hele uçak Londra da alçalırken gördüğümüz manzaraya hayran olduk. Her yer yeşil, aralarda da evler, ağaçlar o ne güzellikti öyle. İnsana rahatlık huzur veren bir manzara.

Sıra geldi Londra’da uçak değiştirmeye, işte o hakikaten macera. İnince uzun borulardan geçip, toplu halde yürüyorsun, yollarda oklar elektrikli işaretler var. Merdivenlerden inip otobüslere biniyorsun, aman dikkat yanlış binmeyelim. İnince yine yürü, sağa dön yürü, sola dön yürü, merdiven çık yürü, bir ara etrafta kalabalık azalıyor. Derken koridorda yalnızız. Yerde oklar yok, işaretler yok, anlaşılan bir şey kaçırdık. Soracak kimse yok,  panik haldeyiz. Neyse birini gördük. Yola çıkacağımız zaman ezberlediğim bir cümle imdada yetişti. Yetkilide cevap verirken el kol hareketleri ile anlatınca tamam anlaşıldı geri dönecez. Biraz yürüyüp sola dönecez, bir merdiven daha, bineceğimiz uçağın salonuna gelmişiz.

Şimdi bana fazla abarttığımı söyleyebilirsiniz, ama sevilen bir yazarımızda bir kitabında aynını anlatıyordu. Onu okuyunca eh sade biz değilmişiz korkan dedim. Ne yapalım ilk yolculuğumuz, bir daha iyice dikkatli oluruz işaretlere.

Salona gelmekle işimiz bitmedi. Şimdide uçağımızın kapısını bulacaz. Oklarla numaralara bakıyoruz. Ekrandan da uçagın inişini takip ediyoruz. Bilet kontrolünden sonra uçağa bindik. Oh artık rahatız. Yolculuk güzel geçti ikramlardan vakit buldukça da uyuduk.

Yalnız yolculuğun sonuna doğru hostesler bir belge dağıtmaya başladılar, ne ise kızımız bize onu da anlatmıştı, Amerika’ya giriş yapan herkes bunu doldurması lazımmış. Aman efendim aman, neler soruyor neler. Sormadığı şey yok, bir göz rengimiz kaldı sormadığı. Eğer haberim olmasaydı, İngilizceyi yarım yamalakta olsa biraz bilmeseydim hiç dolduramazdım.

Nihayet Chicago'dayız, Serap’a kavuşuyoruz. 2  saatte onun arabası ile kuzey-batı yönünde gitdikten sonra Wisconsin eyaletinde, Madison şehrine geliyoruz.  Yollarda geçtiğimiz yerler de, Madison’da cennet gibi. Her taraf göl, yemyeşil çayırlar, ağaçlar, bahçelerde rengarenk çiçekler, şipşirin beyaz evler. 3 , 4  katlı apartmana nadiren rastlıyorsunuz. 

Serap’ın evine geldik. Kızımız bize sevdiğimiz yemekleri yapmış ama uçakta yediğimiz için aç değiliz, gözümüz yatakta, nerede yatacaz diye soruyoruz. Yorgunuz ama, Serap’ta boyuna sorular soruyor bizi uyutmamak için uğraşıyor. Eğer ilk günü onların uyku saatine uyabilirsek saat farkına hemen alışırmışız. Zaten konuşmaya doyamıyoruz. Uçakta da uyuduğumuz için dayanmaya çalışıyoruz. Ama banyo ve uyku yeniyor.