61. Madison'ı Geziyoruz

Her yerde gördüklerimiz güzellikler şaşırtıyor bizi. Her yer o kadar temiz, düzenli ve huzur verici ki. Böyle bir yerde okumak, çalışmak ne güzel. Okula giderken bin bir meşakkat içinde değiller. Yakın mesafede oturanlar yürüyor, patenle geliyor, biraz uzak olanlar bisikletlerle. Bizde yürürken onlara rastlarsak gülümsüyor Hi demeden geçmiyorlar.

Okulları harika, içi başka dışı başka güzel. Her yer park, bahçe, çiçekler için de. Okul haricinde vakit geçirmek eğlenmek için bin bir olanak. Göllerde sörf, kayak, kotra, yelken yarışları. Cuma, Cumartesi her yerde canlı müzik, gençlerin toplanıp eğlenmeleri için her sokakta bir parti evi. Anlatmakla bitmez. Partiye giderken kızlar pek güzel giyiniyorlar. Bir günde hepsi bir örnek giyinmişlerdi, o günü maç varmış kendi takımlarını destekliyorlarmış.

Bir meydanda da seyyar büfeler var, yemek satanlar 72 milletten gelen gençlere hitap ediyor. Yiyecekler envai çeşit kokulu şeyler. Oralardan alıp havuz başında, yeşil çimenler üstünde oturup yiyorlar.
Hafta sonları üniversitenin göl üstündeki terası açık hava diskotek oluyor, çök ünlü müzik grupları gelip çalıyor, gençlerde dans ediyorlar.

Bir de Cumartesi sabahları kurulan pazar yerleri var ki anlatmaya değer. Kapital binasının etrafı yuvarlak bir yol ve etrafı çepe çevre çayır çimen, bir taraflı kurulan pazar da herkes tek yönde dönüyor. Yakın köylerden gelen, tertemiz giyimli çiftçiler o sabah koparılmış sebzeler, meyveler, çiçekler, evde yapılmış reçeller, çeşitli yiyecekler satıyor. Taze yumurtalar, çeşitli köy ekmekleri, ve de peynir, peynir, bin bir çeşit peynir. Bir birini itelemeden, sıranı bekleyerek, alışverişini yapıyorsun. Bir yanda da bando çalıyor. Yayalara ait yol üstü de yerli sanatçılara ayrılmış. Cam, tahta işleri, heykel, bilezik, kolye, küpe her türlü güzel el işleri satan tezgahlar.

Parklara gidip yürüyüş yapmayı seviyoruz. Parkın birinde de İspanyol kıyafetli gençlere rastladık, onlarda kendi ürünlerini sergiliyor, gitarla kendi müziklerini çalıyorlardı. Ne biçim yermiş burası, her gün düğün bayram.

Serap bizi Sonbaharda çağırdı. Bu mevsimde kuzeydeki ağaçların yaprakları kızarırmış. Niagara yoluda çok güzel olurmuş. Televizyon her gün kızarma derecesini açıklarmış. Serap’ta işlerini bitirmek için acele ediyor, %70 kızarma olduğu an, hazırlanıp geziye çıkacağız. Sonbahar renklerini seyrede seyrede bir araba gezisi.

Bir sonraki yazımda size gezdiğimiz yerleri anlatacam: Chicago, Pittsburgh, Washington, Atlantik sahilleri, Ocean City, Buffalo, Niagara Şelaleleri, dönüşte de Erie gölü, Ohio, Indiana eyaletleri, tekrar Chicago ve Madison gibi bir yuvarlak gezi.

Şimdi haklı olarak bana şöyle bir şey soracaksınız. Bu gezileri 1993 senesinde yapmışınız, bu gün ise 2013. 20 sene sonra bütün bunları nasıl hatırlıyorum. Ablama arkadaşlarıma yazdığım mektuplardan. Yazarken, bunlar şimdi size mektup ilerde bana hatıra olacak diyordum. Bu düşünce ile mektupları fotokopi çekip öyle yolluyordum.

60. Madison'ı Geziyoruz

Madison’da ilk günümüz. Güzel bir uyku dinlenmişiz. Kahvaltıdan sonra kızımız hadi bugün size etrafı gezdireyim, ben okulda  iken gideceğiniz yerleri tanıtayım dedi. Daha 100 m gitmedik,  bir göl kenarına geldik. Serap'ın oturduğu ev göle paralel ilk sokağın üstünde. Biraz daha yürüyünce başka bir göl. Madison iki göl arasında ince uzun dar bir kara parçasi üstüne kurulmuş.

Amerika'nın göller bölgesindeyiz, her taraf göl. Yelkenliler, kotralar, ördekler, küçük göllerde de nilüfer çiçekleri. Göl kenarında oturacak banklar, masalar. Burası üniversite şehri. Bütün etraf hep gençler, ellerinde kitaplar, yiyecekler kimi çalışıyor, kimi yiyor. Yiyenlerin önünde de ördekler. Ne atılacak bize diye bekliyorlar. Şehrin çok eğlenceli bir ana caddesi var. Her sokak köşesinde bir bar, her ülkenin mutfağından restoranlar. Daha çok gençlerin sevdiği türden mağazalar. Bu cadde sadece yayalara, bisikletlere ve halk otobüslerine açık.

Bizim göl kenarında oturmak daha hoşumuza gitti. Serap yokken buraya gelip gençlerin arasında oturuyor, geziyoruz. Adnan büyük bir zevkle piposunu içiyor, bende mektup yazıyorum. Onlara uyalım diye de spor giyiniyoruz. Burada yağmur çok yağarmış. İşte o zaman giyimimiz çok komik oldu. İyice giyindik, sarındık büründük çıktık sokağa, birde ne görelim yine herkes şortlu. Ahali buranın yağmuruna o kadar alışmış ki kimsenin umurunda degil. Sade bir şemsiye tamam. Eve dönüşte ayakkabılarımıza baktık. O ne öyle altı üstü pırıl pırıl, eskisinden temiz. Sokaklarda çamur diye bir şey yok ki.

Serap çok çalışıyor, ne ise evi okula yakın, öğlen yemeye gelip gidiyor. Akşam 4:30 gibi gelip bizi gezdiriyor. Akşam yemekten sonra tekrar gidiyor. Geceleri  bile çalışıyor ki işini  bir an evvel bitirip geziye çıkacağız. Geceleri bizde onunla gidiyoruz, Güney Kutbuna gidecek aletler üzerinde çalışıyor, bize de öğretiyor. Bunlar kutupta buzun içine açılan 1 km derinliğindeki deliklerin içine indirilecek radyasyon detektörleri. Serap teker teker hepsini kalite kontrolundan geçirip kalibrasyonlarını yapıyor. Sınavı geçen detektörler tavandaki askılara takılıyorlar, artık paketlenip kutba gitmeye hazırlar.

Dışarıda gençlerin arasında, burada okulda bizde kendimizi talebe olduk sanıyoruz. Hem de olduk. Babası Serap’a yardım ediyor, ben de bilgisayar ile tanıştım, oyuncak bulmuş çocuk gibi hemen oturuyorum başına.

Pazar günü araba ile bütün gölün etrafını dolaştık. Parkları gezdik, harika yerler. Bazı günde ana cadde de dolaşıyoruz. Kenarlarda banklar var oturup etrafı seyrediyoruz. Kızımız soruyor hiç alacak bir şey bulamadınız mı? Burada her şey çok pahalı, hem artık bizde de ne ararsan var. Yalnız Serap bana bir şey gösterdi ki, işte ona hayran oldum, bir koltuk büyüklüğünde maket ev. Türkiye’ye dönünce mutlaka bende yapacağım. Yaparlarken seyrettim, yaparım da malzemeler burada hazır, benim onları da kendim yapmam lazım. Yaratıcılığımı kullanacam artık.

Burada sade maket ev değil, öyle malzemeler var ki oturacağın evi bile kendin yapabilirsin. Daha gençken gelseymişim buraya, Serap’la birlikte yapardık bizde bir ev.

59. İlk Amerika Yolculuğumuz Madison'a

Kızımız Amerika’ya gittiğinden beri hep bizi çağırıyordu. Bir türlü cesaret edemiyorduk. 1993 Eylül, nihayet karar verdik gidiyoruz. Serap'da bütün yaz çok çalişmişti, yine Güney Kutbundaki deneyleri için yeni aletlerin Ağustosda gemiye konması lazımdı. Bu işleri bitince biraz rahatladi, bizimle tatil yapmak istedi.

Bu gezi bizi epiği heyecanlandırıyordu, ama en çok korkacağımız şeyin Londra’da  uçak değiştirmek olduğunu bilmiyorduk. Yeşilköy’de pasaport işlemleri, kontroller, uçağa binmek her şey güzel  geçti. Yolculuğumuzda rahattı, hele uçak Londra da alçalırken gördüğümüz manzaraya hayran olduk. Her yer yeşil, aralarda da evler, ağaçlar o ne güzellikti öyle. İnsana rahatlık huzur veren bir manzara.

Sıra geldi Londra’da uçak değiştirmeye, işte o hakikaten macera. İnince uzun borulardan geçip, toplu halde yürüyorsun, yollarda oklar elektrikli işaretler var. Merdivenlerden inip otobüslere biniyorsun, aman dikkat yanlış binmeyelim. İnince yine yürü, sağa dön yürü, sola dön yürü, merdiven çık yürü, bir ara etrafta kalabalık azalıyor. Derken koridorda yalnızız. Yerde oklar yok, işaretler yok, anlaşılan bir şey kaçırdık. Soracak kimse yok,  panik haldeyiz. Neyse birini gördük. Yola çıkacağımız zaman ezberlediğim bir cümle imdada yetişti. Yetkilide cevap verirken el kol hareketleri ile anlatınca tamam anlaşıldı geri dönecez. Biraz yürüyüp sola dönecez, bir merdiven daha, bineceğimiz uçağın salonuna gelmişiz.

Şimdi bana fazla abarttığımı söyleyebilirsiniz, ama sevilen bir yazarımızda bir kitabında aynını anlatıyordu. Onu okuyunca eh sade biz değilmişiz korkan dedim. Ne yapalım ilk yolculuğumuz, bir daha iyice dikkatli oluruz işaretlere.

Salona gelmekle işimiz bitmedi. Şimdide uçağımızın kapısını bulacaz. Oklarla numaralara bakıyoruz. Ekrandan da uçagın inişini takip ediyoruz. Bilet kontrolünden sonra uçağa bindik. Oh artık rahatız. Yolculuk güzel geçti ikramlardan vakit buldukça da uyuduk.

Yalnız yolculuğun sonuna doğru hostesler bir belge dağıtmaya başladılar, ne ise kızımız bize onu da anlatmıştı, Amerika’ya giriş yapan herkes bunu doldurması lazımmış. Aman efendim aman, neler soruyor neler. Sormadığı şey yok, bir göz rengimiz kaldı sormadığı. Eğer haberim olmasaydı, İngilizceyi yarım yamalakta olsa biraz bilmeseydim hiç dolduramazdım.

Nihayet Chicago'dayız, Serap’a kavuşuyoruz. 2  saatte onun arabası ile kuzey-batı yönünde gitdikten sonra Wisconsin eyaletinde, Madison şehrine geliyoruz.  Yollarda geçtiğimiz yerler de, Madison’da cennet gibi. Her taraf göl, yemyeşil çayırlar, ağaçlar, bahçelerde rengarenk çiçekler, şipşirin beyaz evler. 3 , 4  katlı apartmana nadiren rastlıyorsunuz. 

Serap’ın evine geldik. Kızımız bize sevdiğimiz yemekleri yapmış ama uçakta yediğimiz için aç değiliz, gözümüz yatakta, nerede yatacaz diye soruyoruz. Yorgunuz ama, Serap’ta boyuna sorular soruyor bizi uyutmamak için uğraşıyor. Eğer ilk günü onların uyku saatine uyabilirsek saat farkına hemen alışırmışız. Zaten konuşmaya doyamıyoruz. Uçakta da uyuduğumuz için dayanmaya çalışıyoruz. Ama banyo ve uyku yeniyor.